Alden'ı beklerken az daha uykuya dalıyordum. Ancak saatler sonunda baykuşhande, her zamanki yerimize gelebilmişti. Onu çağırdığım için şaşkındı. Bir bilgi edindiğinde hep gelen kendisi oluyordu. Şimdi ise endişeliydi.
"Sophia'ya bir şey mi oldu? Sen iyi misin? Neler oluyor? Elimden gelen en hızlı şekilde geldim."
Yüzü bembeyaz kesildiğinden kendimi bir anda pişman hissettim. Bu saatte onu yalnızca endişelerim için çağırmak bencilceydi sanırım. Onun dertleri ise kendi başından aşkınken buraya kadar aciliyetle sürüklemiş, durduk yere korkmasına neden olmuştum.
"Hayır, hayır. Annemden mektup aldım. Noel için bu sıralar sık sık mektup atıyor. Gayet iyi. Babam da öyle. Seni çağırdığım için üzgünüm."
Bana yaklaşıp gözlerini hızlıca bende gezdirdi. Ne kadar rahatlamış gözükse de hala yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünüyordu. Kolumu tutup sanki bir doktormuş gibi kaldırıp, indirdi. Sapasağlam olduğumu fark edince de kaşları merakla kalktı. "Neler oluyor?"
"Flamewoodlar. Kimse haber alamıyor. Leo, babasına ulaşamıyor. Noel yaklaşmasına rağmen hem de."
Alden tamamen rahatladı. Yüz hatları gevşerken gülüp üstüne konan baykuşlardan birinin gagasını okşadı. Karla kaplı bir betonun üstüne oturdu. Bir an için bile içi ürpermiş gibi durmuyordu. "William Flamewood'u bakanlıktan uzak tutmak için, ailenin diğer tarafı onu aldılar. Kendisi şu an Norveç'te. Kimse Leo'ya bir şey söylemiyor çünkü, Noel'e kadar babasının döneceğini umuyorlar. Richard Flamewood, amcası ona yakında haber verir. Muhtemelen ikisi beraber Noel'i geçirecek. Müdire McGonagall'ın çok kısa sürede haberi olur."
Oh.
Şimdi her şey çok daha rahatlığa eriyordu. Leo'nun babasının hayatta olduğunun haberi sanki tüm vücuduma rahatlatıcı bir iğne saplatmıştı. Daha rahat nefes alabiliyor, daha net görebiliyor ve daha kolay düşünebiliyordum.
"Ona söylememin bir imkanı var mı? Leo'ya? Alden, o... çok kötü durumda. Görmen lazım ne yemek yiyor ne de düşünebiliyor. Sanki günler geçtikçe eriyor, gidiyor. Annesini ve teyzesini kaybetti. Babasını kaybetmeye de dayanabileceğini sanmıyorum. Eğer--"
Alden tebessüm edip iri elleriyle omuzlarımı tuttu. Başımdan çıkmak üzere olan şapkamı neredeyse burnuma kadar çekti. Annem de böyle yapardı. Muhtemelen annem bunu, Alden küçükken ona da yapıyor olmalıydı. "Üzgünüm, Diana. Bunu bildiğini bilmemeli. En azından McGonagall öğrenene kadar. Ondan hiçbir şeyin kaçmadığını biliyorsun. Beni bunun için mi çağırdın?"
Utançla ayakkabılarıma kaydı gözlerim. Botlarımın içindeki kalın mı kalın çoraplarımın içinde zorla parmaklarım kıvrıldı. "Üzgünüm. Sanırım biraz korktum. Endişelendim."
Alden tekrar güldü. Onun sık sık sesli güldüğünü görmüyor, kahkahasının sesini onu birçok kez görmeme rağmen kolay seçemiyordum. "Arkadaşlarımız için endişelendiğimizden dolayı özür dilememeliyiz, Diana. Ben de aynısını yapardım. Şimdi... hep korkunç kaderlerimiz hakkında endişelenecek değiliz ya. Biraz da okuldan bahset."
Böylece Alden'a Quidditch maçlarından, çıkan kavgadan, Veela kanından geldiğimin az daha yayılmasından ve derslerden bahsetim. Charlie ve Grace ile nasıl tanıştığımızdan günümüze kadar olan arkadaşlığımızı dinlerken de epey mutlu göründü. Kendisi de Hogwarts'ta geçirdiği günleri bana anlattı. Yanlışlıkla ağzımdan birazcık Harrison Dormer'ı kaçırınca da güldü fakat utandığımı anlayınca daha fazla uzatmadı. İkimizin çocukluk anılarından bahsetti. Muggle hayatımızı bazen özlediğini bile söyledi. Noel'de beni daha sık ziyarete geleceğinden ve kendisi Diabolos'a hizmet etmek üzere bir köle olmanın dışında neler yaptığından söz etti. Nyx şu an etrafta olmadığından hala sabırla beklememi hatırlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...