Harrison'ın sesine doğru bakındım fakat trenin üstünde tek başımaydım. Parçalara ayrılmış asasının yuvarlanıp, trenden aşağıya düştüğünü görünce Harrison'ın da beyaz saçları karanlıkta gözüme çarptı.
"Diana!" Dedi tekrar korkuyla. "Yardım et!"
Hızlıca Harrison'ın, tek eliyle tutunmakta olduğu köşeye gittim. Parmakları trenin çatısındaki bir girişe asılmış, geriye kalan tüm bedeni altı yüzlerce metrelik olan boşluktan sarkıyordu. En aşağıda ne olduğunu görmek bile imkansızdı. Belki kayalıklar, bir deniz ya da bir köy... Her neydiyse buradan düştüğü anda pek de...
Şansı olmayacak gibi görünüyordu.
Gözlerimiz birleşince kendisi de sonunun nasıl bitebileceğini anladı. Çünkü bakışları daha da büyük bir panik halini almıştı. Ben burada durmuş onun debelenişini izlerken, yalnızca saniyeler önce kendinden epey emin olduğu ifadesi parçalanmıştı. Gözleri ölüm korkusu ve çaresizliğiyle doluyor, yalvaran sesi kafamın gerisinde kulaklarıma dolan rüzgarla çınlıyordu.
Hogwarts'ta beni Kaymak Birası içmeye davet eden bu çocuğun asla şimdi hayatının elimde olacağını düşünemezdim.
Ya o? O ne zamandan beri bu işin içindeydi? Bu oyunu ne zamandan beri oynuyordu? Nasıl bu kadar kayıtsız ve iyi bir gösteri sergilemişti?
"Lütfen," dedi parmakları kayarken tekrar. Parmakları da bembeyaz kesilmişlerdi.
"Beni öldürmek istiyorsun," dedim daha çok kendime hatırlatır gibi.
"Hayır! Diana— ben sadece güçlü bir büyücü olmak istiyorum. Hadi, bu işi yukarıda da konuşabiliriz."
Onu yukarı çektiğim anda tekrar beni Diabolos'a götürmek için hareket edeceğini biliyordum. Asası yok. Ama bu hala büyü yapamayacağı anlamına gelmiyordu. Senden çok daha güçsüz. Doğru. Ama benden daha sinsi ve onu yolculuğum boyunca rehin alamazdım.
Tekrar koyu kahverengi gözlerine baktım. Bu sen değilsin.
"Sıkı tutun," dedim asamı pek de güvenemediğim Levicorpus büyüsü için uzatırken. "Le—"
"Dur!" Harrison yüzünü daha fazla tutunamayacağı her halinden belli olacak şekilde buruşturdu. "Beni yukarı çek! Asasız!"
"Bu daha tehlike—"
"Hayır! Büyüne güvenmiyorum, Gonheart. Dikkatinin burada dağılması çok muhtemel. Düşme riskini alamam."
Hayatı bana bağlı biri için fazla cesur konuşuyordu.
Asamı arka cebime koyup iki elimle de bileğini tuttum. Elimden gelen en sıkıca şekilde. Onu yukarı çekmekte zorlansam da her geçen saniyelerde bir santim daha onu yukarıda buluyordum. Harrison Dormer'ın hayatını kurtardığıma, kendi başıma dert açtığıma inanamıyordum.
Fakat onu burada ölüme terk etmek doğru gelmemişti. Bu benim yapacağım bir şey değildi. Belki Harrison'ın ya da Diabolos'un yapacağı bir şeydi. Yine de ben değildim.
"Hızlı ol!"
"Deniyorum!"
Ağır bedenini yukarıya çekerken, kendi dengemi de sağlayarak bu sefer de benim bedenimin burada sabit olduğundan emin olmam gerekiyordu. Aceleci davranıp tüm gücümü onun aksi yönüne veriyor olmama rağmen bir türlü bedeni yerle kavuşamıyordu. Delicesine atan yüreğim, su gibi terleyen ellerim onu tutmamı daha da zorlaştırıyordu.
"Diana!" Dedi tekrar. "Başaramayacağım."
Kaşlarımı çatıp önce ona sonra da gözlerinin takip ettiği, metrelerce önümüzde son hızla ilerlediğimiz tünele baktım. Tünelin başlangıcı tam olarak Harrison'ın bedenine denk geliyordu. Eğer onu bir an önce yukarı çıkarmazsam...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...