O N S E K İ Z

789 80 139
                                    

Tezahüratların arasında herkes sevinçle gülerken diğer yandan da kolunu bandaja sarması gereken Balthazar ile ilgileniyorlardı.

Ancak bu eğlence çok da uzun sürmedi. Tıpkı maç gibi. Leo öfkeliydi. Umurumda da değildi. Ya kaybedecektik ya da kazanacaktık. Bunu uzatmamın bir imkanı yoktu. Onun aksine insanlar her şeyi başaramayabiliyor, Bay Her Şeyi Beceren'den farklı davranabiliyordu. 

"Herkes dışarı çıkabilir mi?"

Sesi ile birlikte kahkahalar durdu. Sessizliği Charlie aldı. Herkes Leo'nun neden sinirli olduğunu biliyordu. "Leo," dedi omzuna dokunup. "Herkesin keyfi yerinde. Herkes sayı yaptı. Bı—"

"Charlie, lütfen. Sizinle binanın ortak salonunda görüşürüz, olur mu? Gonheart sen kal."

Peki. Madem kavga etmek istiyordu, istediğini de alacaktı. Ondan korkmam mı gerekiyordu? Onun için katlandığım tüm bunlardan sonra bir de oturup azarlamasını dinlemeyecektim. Ne halde olduğumdan haberi yoktu. Her gün kabuslar görerek korku içinde uyanmak ve sonunda uyandığında kabusunun içinde yaşadığını bilerek hep diken üstünde hayatta kalmanın nasıl bir şey olduğunu nereden bilebilirdi? Daha önce hiç tatmadığın kadar büyük bir korku içindeydim. Bana, ona, anneme, tüm ailemin başına gelebilecekleri düşündükçe... Ya o? O ise hala aptal maçta sırf onun söylediklerini dinlemediğim için öfkeliydi. Maçtan istediğini de almıştı oysa. Onu sinirlendiriyor olmamın tek sebebi, bu liderlik kompleksine karşı çıkan tek kişi olmamdı.

"Neden bu kadar inatçısın? Sırf beni dinlememek için tüm takımı harcayacak kadar, umurunda değil mi gerçekten hiçbir şey?"

Süpürgemi bir kenara atıp Leo'nun üstüne yürüdüm. Öfkeden her yanım alev almıştı sanki. Nasıl bu kadar bencilce hareket edebilmişti anlayamıyordum. Maçı kazanmamızı istemişti, kazanmıştım da. Ancak bu bile onun için yeterli değildi. Sırf ondan kaçıyorum, onu dinlemek istemiyorum diye beni herkesin içinde azarlamaktan hoşlanıyordu yalnızca.

"Sana inanamıyorum."

Pelerinimi bir kenara fırlattım. Takımdakiler çoktan binaya dönmüşlerdi. Sahanın, süpürgeler ve takımlarla dolu malzeme bölümünde yalnızca Leo duruyordu ancak şu anki öfkemle benimle tek kalması onun güvenliği için iyi olmamalıydı.

Çünkü ondan kaçıyordum, onu korumak için elimden geleni ardıma koymuyor yetmezmiş gibi hayatımda en değer verdiğim canımdan daha çok sevdiğim insanı riske atmak zorunda kalabilme ihtimalimle yüz yüze geliyordum. Fakat o? Ondan kaçmaya çalışmamı yalnızca kendine göre yorumluyor, beni sırf onun istediği gibi oynamıyorum diye azarlıyordu.

"Asıl ben sana inanamıyorum," dedi benim yaptığım gibi üniformasını çıkardı ancak bir yere atmak yerine sandalyelerin üstüne bıraktı. Yalnızca kısa kollu tişörtü ile kalınca ne kadar kan ter içinde olduğunu gördüm. Oysa ne yapmıştı? Hiçbir şey! Takım kaptanıydı ama yaptığı tek şey beni azarlamak, sürekli herkesin içinde rezil etmekti. Hem de onun için bu denli çabalarken!

Ama bilemezdi. Bilmeyecekti de. Yüzleşmek zorunda olduğum haksızlığa ayrı, Leo'ya ayrı öfkeleniyordum. Artık dayanamıyordum. Her şey çok üst üste geliyordu ve ben hem yüzüme takmak zorunda olduğum maskeyi sabit tutmakta hem de tüm bunların altından kalkmakta zorlanıyordum.

Saç tokam başıma ağrı yapmaya başladığı için lastiğini söküp onu da üniformamın bir tarafına attım. Korumalıklarımı, gözlüğümü söylene söylene üstlerine atarken düşünemiyordun bile.

Köpürüyordum.

"Benden ne istiyorsun anlamıyorum! Kazanmak istedin, kazandım. Seninle kavga etmememi söyledin, etmedim. Taşkınlık çıkarma dedin, çıkarmadım. Şimdi neden durduk yere, herkesin içinde beni sırf senin dediğin şekilde oynamadığım için küçük düşürüyorsun? Bıktım! Leo dünyanın senin etrafında döndüğünü düşünmenden bıktım."

The Flower on The Cemetery // GryffindorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin