Hayır.
Kesinlikle hazır değildim.
Aurelis de bunu anlamış gibi gülmeye başladı. Tutukluk yapmamın sınava dahil olup olmadığını düşünmek bile beni daha çok strese sokuyordu. Derim kemiklerimin üzerinden çekilip, vücudumun üstünde gittikçe daha da küçülmeye başlıyordu sank şimdi. Aylardır bunun için hazırlanıyordum. Belki de bir seneye yakın süredir. Şimdi neden panik atak krizinin ortasında gibi soğuk soğuk terlemeye, sol kolumda kaldıramayacağım bir uyuşmaya ve geçici felç hissi veren çene kasılmalarına girmiştim anlayamıyordum.
"Sakinleş, Diana."
Aurelis yerinden kalkınca bir anda daha önce hiç görmediğim bir yere döndük. Hala adada olduğumuzdan bile emin değildim. Tamamen aklımla oynadığı açıktı çünkü burasının kuzeyde bir yere ait olmasının imkanı yoktu. Kelt fantezi filmlerinden fırlama, yemyeşil bir ormanda, sıcacık güneşin ancak sık meşe dallarının arasından girebildiği bir yerdeydik. Önümdeki gölden yansıyan ışık gökkuşağı oluşturuyordu.
"Daha iyi mi?" Dedi yakınıma girip beni dikkatle izledi.
Gözlerimi kırpıştırıp suya dokundum. Gerçek hissettiriyordu. Eğer nerede olduğuma dair bilincim silinecek olsaydı, kesinlikle buranın tamamen gerçek olduğuna inanırdım. Kabusumda durmadan değişen mekanlardan bile hızlıydı Aurelis. Tek farkla kabus değil, hepsinde güzel mekanlar oluyordu.
Ve gerçek olmayan.
"Korkman çok doğal," dedi ipek gibi saçlarını kulaklarının arkasına sokuşturdu. "Bunu yapmak zorunda değilsin."
"Korkmuyorum," dedim çıplak ayaklarımı serin çimlerin üstünde sabitlerken. Buradan geriye, gerçekliğe döndüğümde hala ayakkabılarımı ayaklarımda bulmayı umuyordum.
Cıkcıklayarak bana uzandı. Parmağıyla çenemi kaldırınca teninin ne kadar soğuk olduğunu hissettim. İrkilip gözlerine bakmaya zorladım kendimi. Kraliçe halindeyken başka yere bakmak imkansızken Aurelis halinde ise bundan kaçmama neden oluyordu.
"Diana... seni çok uzun zamandır tanıyorum. Senin gibi güçlü, akıllı, su gibir cadıyı harcamak istemem. Sana bir iyilik yapmama izin ver."
"Bana neden iyilik yapacakmışsın? Çok iyilik yapmak istiyorsan Diabolos'u yok et."
"Bunu yapamayacağımı biliyorsun. Diabolos'un milyarlarca olan, çoğu sırrını bilsem de onu bitirmek senin görevin. Ancak," ellerini omuzlarıma koyunca çimlerde yürümeyi kestim. Çok da uzak olmayan bir yerde kuşlar cıvıldıyordu. Gerçek olsunlar ya da olmasınlar beni yatıştırıyorlardı. "Bir teklifim var."
Beni yatıştıran diğer bir gerçekse Aurelis'in annem hakkındaki gerçeği bilebileceğini ima etmesiydi. Çok uzun süre boyunca Diabolos için çalışmıştı. Yemin hakkında olanları biliyor muydu? Diabolos'u bitirmek istediğimi biliyordu. Leo'yu ve annemi kurtarmak istediğimi de. Üstelik neden ikisini de ancak Diabolos'un bitirimine bağlı olduğunu sormamıştı. Bu yüzden gerçeği bir yandan bilebileceğini ancak, riske etmemek adına sessiz kaldığını hiçbir şeyi sorgulamadığını varsaydım.
Bu varsayım da beni daha iyi hissettirdi. Aurelis yenmem gereken bir hedeften çok, sadece atlamam gereken bir basamak haline geldi bir anda.
Ona güvenemezsin.
Elbette bunu biliyordum. Aptal olup, bir şeyi riske edecek durumda değildim.
Aurelis de bunu biliyordu. Alden'ın bana Aurelis hakkında anlattığı tüm ayrıntılar aklımda karışıp, gidip gelip, panikle unutulurken derin derin nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fiksi Penggemar"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...