İksir sınıfında Daniel Weber, kahkaha iksirinin yan etkisiyle sınıfın köşesinde derin bir melankoliye bürünmüşken Grace ve Charlie bundan epey eğleniyorlar gibi görünüyordu. Profesör Slughorn kazanların başında dikilip, malzemeleri hazırlayan öğrencilere neredeyse korku dolu gözlerle bakıyordu. Tecrübelerine bakılırsa, her an bir şeyin havaya uçmasından ya da birinin yaralanmasından korkuyor gibiydi. Oysa kahkaha iksirinin pek de tehlikeli olabileceğini düşünmemiştim.
Charlie ile Grace çoktan iksirini bitirmiş, sınıftakileri izleyerek alay ediyorlardı. Bense inatla asamı kazana doğru sallamama rağmen neden becerememiş olduğumu çözemiyordum.
Belki de tek başıma halledebileceğimde bu kadar inatçı olmayıp, Grace ile eşleşen ben olmalıydım.
Tekrar sinirle kazana asamı salladım.
Hiçbir şey olmuyordu.
Hah. Bu kolay kolay olmazdı. Tekrar yazılanları okurken sınıfın gerisinde bir kız- muhtemelen Hazel Loughty- çığlık attı. Neler olduğunu umursayamayacak kadar iksiri bitirmeye yaklaşmıştım. Ancak ters giden bir şeyler vardı. Tıpkı o gün, Üç Süpürge'de Wallcot'un bakışlarında olduğu gibi. Flamewood'un babası ile konuşmuş olabilir miydi? Hepsinin ötesinde, ailesi senelerdir bu işin arkasındayken büyükbabamın nasıl bu denli rahat olduğuna inanamıyordum. Gerçi bundan bile emin olamazdım. Babamla annemin bile bana bir şey söyleyeceklerini sanmıyordum. Yoksa okulda yalnızca sonunu bekleyen bir kurban gibi ailemin vaziyetinin ne olacağını mı tahmin etmek mi zorundaydım?
Gözlerim sınıfta Flamewood'u aradı. Düşünceli görünüyordu. Arkadaşı Thomas Relish, kahkaha iksirine hiç de ihtiyacı olmadan doğasında neşeli olmak olan bir çocuk olmasına rağmen o da durgundu. İkisi de kazanın etrafında öylesine durmuş, kimsenin fark edemeyeceği kadar belli belirsiz fısıldaşıyorlardı.
Bu durgunluğunun sebebinin babasıyla ilgili olduğundan neredeyse emindim. Annesi ve teyzesinden sonra babasının da sonunun Azkaban'da ya da St. Mungo'da bitmesinden endişeleniyor olmalıydı.
Ne kadar Leo ile anlaşamasak da yine üstüme bir ağırlık çöktü. Onunla konuşmak istedim, gerçekten büyükbabamın suçsuz olduğunu söylemek istedim. Fakat bundan kendim bile emin değilken ne diyebilirdim ki? Ah, ailem onun suçsuz olduğunu düşünüyor ama yine de büyücü kan hiyerarşisi görüşü yüzünden büyükbabamdan uzak duruyoruz, endişelenme yani mi? Onun yerinde olsaydım ben de bana kızgın olmaz mıydım? Yalnızca ailem yüzünden olsa bile? Bir anda yedi senedir bana çektirdiği eziyet gözümde o kadar da büyük görünmedi. Leo'yu kolay kolay somurturken bulmadım. Uzun, ince bedenine ve güçlü omuzlarına rağmen şu an küçücük görünüyordu. Sürekli kaşlarına değmesine rağmen inatla geriye ittiği karmaşık saçlarının gölgesi yüzüne vururken bu düşünceli haliyle olduğundan daha yaşlı görünüyordu.
"Bir kez daha ısıtacaksın."
Önüme çıkan Harrison ile irkildim. Önce hiçbir şey anlamadan yüzüne bön bön baktım. O ise tekrar gülüp kazanımın altını yaktı. "Yabanturbu tozundan sonra son kez ısıtman gerekiyor."
Harrison gömleğinin düğmelerini açmış, zümrüt yeşili ve gümüş grisiyle parlayan kravatını biraz gevşetmişti. Yüzündeki gülümseme hem neden iksiri beceremediğimi bildiğinden dolayı, ukalalıkla hem de bana yardımcı olmak isteyen dostane tavrıyla bükülmüştü.
"Oh," dedim sonunda neyi yanlış yaptığımın farkına vararak. Asamı son kez kazana doğru salladım. Bir baloncuk çıkıp önümde patladı ve bebek kıkırtısına benzeyen bir tını bıraktı. "İşte bu kadar, Gonheart!" Profesör Slughorn'un beni onaylan neşeli sesi Hazel Loughty'nin ikinci çığlığına kadar sürdü. "Teşekkürler, Dormer."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...