Y İ R M İ A L T I

761 85 114
                                    

Leo'nın beni öptüğü için bir aptal olduğunu düşündüğümü biliyordum. Fakat onu durdurmayarak kendim de pek parlak zeka kırıntıları gösterdiğimi söyleyemezdim.

Ancak Leo ile haftalardır konuşmamak, ondan uzak durmak zorunda olmama rağmen her gün onu düşünmek, üstelik onu ilk öptüğümdeki anı aklımdan çıkaramamak ve sonunda ona nefretten çok daha başka hisler duyduğumu fark etmek beni artık geride tutamıyordu.

Hatta Leo ben onu geri öperken bir anda çekilip, onu öpmeyi istediğimden emin olmak için benimle göz göze gelince bile kendimi durduramadım. Onu tekrar öptüm.

Sanırım Leo da aşağı yukarı benimle aynı duyguları paylaşıyor olmalıydı çünkü, ben onu öpünce dudaklarını daha sertçe bastırdı. Sırtım duvara yaslanınca tamamen ona döndüm. Aramızdaki mesafeyi hızlıca kapattı. Hem ağırlığı ve öpüşü yüzünden vücudum duvara yaslanıyordu, hem de tuttuğu boynumu kendine doğru çektiği için ona daha da yakın durmamı sağlıyordu.

Bu seferki öpüşü ilkinde olduğu gibi pek kendinden emin olamaz, şaşkınlığa yer yoktu. Kararlı ve istekliydi. Dudaklarının bu kadar yumuşak olabileceğini düşünmemiştim. Ya da nasırlı, iri ellerinin beni tutarken bu kadar nahif olabileceğini. Şampuanının sedir ağacını andıran kokusu ile tarçın burnuma doldu. Ne kadar süre olduğunu anlamadan bir süre beni öpmeye devam etti. Transa girmiş gibiydim çünkü yine kazağını elimin içine alıp onu kendime çektiğimi çok sonra fark etmiştim. Saçları benimkilere dolanıyor, dudakları iç gıdıklayan bir his bırakıyordu.

Benden ayrılınca nefes nefese bir süre bekledik. Başını çekti ama hala yalnızca birkaç santim ötemdeydi. Kazağını bırakmadığım sürece de çok uzağa gidemezdi. Saçları iyice dağılmıştı. Nefeslerini düzenlemeye çalışırken gözleri hala kapalıydı. Ben daha da geriye çekileceğini düşündüm ama beni yine öptü. Midemle kalbimin arasındaki boşluğa elektrik veren minik karıncalar dolmuştu sanki. Harrison'ı ya da Eric Libzewick'i öpmekten çok farklıydı.

Sonunda zorla ayrıldığında yutkunmak bile imkansızdı. Soluklarımız birbirine karışırken aklımın arkasında iyiden iyiye deliye dönen sesleri duymak istemiyordum artık.

Beynim pelte gibi olmuştu. Kulak zarlarımda duyuyordum tüm bedenimi. Hem onu tekrar öpmek istiyordum hem de yine çoktan büyük bir pişmanlıkla zamanda geriye gitmek istiyordum.

Gözlerini sonunda açtı. Kahverengileri sıcacık ve parlaklardı. Onunla ilgili her şey parlak, sıcak ve büyüktü. Her yönüyle güneşi andırıyordu. Girdiği her yeri aydınlatıyor, ısıtıyordu. Bense onun tam tersiydim. Nasıl buna rağmen burada durmuş beni öpmek istiyordu anlayamıyordum.

"Sanırım," dedi nefes nefese. Yanakları ve dudakları pespembe olmuşlardı. Sanki kendini tutamıyormuş gibi bir gülüş kaçtı ağzından. "Bu konuşmayı haftalar önce de yapabilirdik."

Kafamı salladım. Onun gibi kelimeleri bulabilecek kadar güçlü değildim şu an. Sanki az önce yaşananlara inanamıyormuş gibi göz kapaklarını birkaç kez yumup açtı. Gözleri birer çizgi halini alana kadar gülümsedi.

Bu Leo'nun bana gösterdiği ilk, saf mutlulukla olan, çocuksu gülümsemesiydi. Ellerini başımın iki yanına koydu. "Yine kaçacak mısın?" dedi sessizliğimle tüm gülümsemesi bir anda silinip gözleri yine korkuyla doldu.

Kafamı iki yana salladım. Artık zaten nasıl kaçabilirdim, bunu bile bilmiyordum. Tek bildiğim en başından beri aklımda olanı, Leo'yu korumak için elimden gelen her şeyi, yapacağımdı. Onunla buradayken yaptığım her şey çok yanlıştı. Her şeyi daha da zor hale getiriyordu. Fakat aynı zamanda da sonunda nefes alabiliyormuş gibi hissediyordum. Ona karşı savaşmamak çok daha kolaydı.

The Flower on The Cemetery // GryffindorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin