IBölüm 3I

1.5K 65 6
                                    

Kantinde sıra beklemekten kötüsü yok. Herkes birbirlerini iterek, çekeleyerek öne geçmeye çalışıyor ve arada ezilen yine ben oluyorum.

Sesime ikaz tonu katarak “Yavaş ya. Hepiniz yemeğinizi alacaksınız.”

Ama beni dinlemeyip itişmeye devam ettiler. En sonunda o kargaşa arasında yemeğimi alıp sıradan çıkabildim. Derin bir nefes aldım.

Tostumu ısırıp kantinden çıkmaya hazırlanıyordum ki içeri Francesca ve Diego girdi. Bende onlara gülümseyip kantinin kalabalığında yürümeye başladım.

Sonunda onlara ulaşmayı başardığımda tekrar derin bir nefes aldım. Kantin bu okulda görüp görebileceğim en boğucu yerdi.

“Savaştan çıkmış gibi gözüküyorsun ama nedenini sormuyorum. Sanırım kantin sırasına girdin.” dedi Francesca gülerek.

Sinirle ona baktım. Ben orada can çekişiyordum ve o gülüyor muydu? Aslında gülünmeyecek bir durum değildi.

“Ben bahçeye çıkıyorum basketbol oynamaya. İzlemeye gelecek misiniz?”

“Tabii. Sen ilerle biz geliyoruz.” dedim ve Diego’ya gülümsedim.

Diego kantinin beyaz kapısından çıkarken arkasından baktım. O gerçekten benim için fazla iyiydi. Francesca beni dürtükleyince ona döndüm.

“Bil bakalım kim sana doğru hızla geliyor?” dedi ve kıkırdadı.

 Dönüp baktığımda Leon’u gördüm. Düz beyaz üzerine tam oturan tişörtünün üzerine kolları beyaz kırmızı kolej hırkasını giymişti. Bilek kısmında iki tane ince kırmızı bant vardı.

 Hırkanın sol yanında ‘P’ harfi vardı. Acaba ne anlama geliyor? Ve ‘P’ harfi siyah renkliydi. Altına da sanki bu ‘P’ harfini belli etmek istercesine siyah kot pantolon giymişti.

Yanımıza geldiğinde çarpıkça gülümsüyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimle savaş vermeme rağmen yine de devirdim. Francesca beni dürtükledi.

“Selam.  Öğle yemeğinde basketbolda Diego’yu yenmeye gidiyorum. İzleyecek misiniz?”

“Diego seni yenecek olmasın?” dememle kaşları çatıldı.

Leon başını iki yana salladı. Diğer yandan da gülüyordu. Bu kadar gülünecek ne var ki? Gülmesi sinirlerimi bozuyor.

“Sen beni hiç tanıyamamışsın. Sizi orada bekliyor olacağız.” dedi ve burnumdan makas alıp kantinden havalı havalı çıktı.

“Ah, ne romantik.” diyen Francesca’nın hülyalı sesiyle hışımla Francesca’ya döndüm.

“Romantik mi? Ro-man-tik mi? Ben buna kendini beğenmişlik diyorum.” dedim ve kantin kapısına ilerledim.

Francesca bir şey demeden yavaş adımlarla yanımda yürümeye başladı. Francesca her ne kadar kardeşim olsa da ona sinirlenmeden edemiyordum.

Francesca omuzlarına düz inen siyaha yakın saçlarını bileğindeki tokayla gelişi güzel topladı. Ela gözleri daha çok açığa çıkıyordu böylece.

Öğleden önceki derslerin çoğunu dikkatle dinlemeye çalışmıştım. Ve bizim kurtarıcı öğle yemeği zili çalınca Francesca’nın sınıfına gittim. Francesca sınıftan çıktı. Diego sanırım daha önce çıkmıştı.

“Hadi ben basketbol sahasına gidiyorum.”

Francesca başını salladı ve birlikte basketbol sahasına yürüdük. Francesca ile pek bir benzerliğimiz olduğu sayılmazdı. Hatta neredeyse hiç yoktu. Belki burunlarımız birbirine benziyordu.

Son Dans #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin