[Dolu Kadehi Ters Tut-Neyin Nesi]
***
Dakikalardır parmaklarımla masada ritim tutarken bir yandan da dönen sohbeti dinliyordum. Ortam kalabalık bir hâl aldıktan dakikalar sonra bu akşamın bir an önde bitmesini dilemiştim ama öyle olmamıştı. Saat neredeyse on ikiye geliyordu. Bu zaman dilimine kadar bir iki kere çıkıp gitmek için yeltenmiştim ama maalesef ki Hilal tarafından engellenmiştim.
"Moodun mu düştü?"
Yöneltilen soru ile Harun'a çevirdim bakışlarımı. Gözlerini dikmiş dikkatlice bana bakıyordu. "Hayır." diyerek cevap verdim. Gitmek istiyorum, diyemezdim.
"Biraz uykum geldi de."
Bu doğruydu ama. Yarın sabah duruşmam vardı. Normalde duruşmadan önceki akşam oturur kendimi hazırlardım. Hakime sunacağım şeylerin üzerinden bir kez daha geçerdim. Fakat bu akşam bir değişiklik yaparak Hilal ve Neslihan ile dışarı çıkmıştım. Ondan sonrasını da biliyorsunuz zaten.
"İstersen seni eve bırakabilirim."
Ona cevap verecekken "Gerek yok." diyen Bahadır'a döndü bakışlar. Hepimizin birden ona bakmasıyla "Yani şey..." diye mırıldandı ve bir elini ensenin arkasına götürdü. "Gerek yok çünkü Serra'nın arabası var. İstese gider."
"Aslında..." diyerek araya girdim. "Arabam bakımda olduğu için buraya taksiyle geldim."
"O zaman bırakayım." dedi Harun hevesle.
"Ama yine de gerek yok." dedim. "Taksiye biner giderim. Sağ ol."
Israr etmesi ve "Peki." diyerek önüne döndü. Ben de önüme dönerken kolumdaki saate baktım ve "Sanırım gitsem iyi olacak." diyerek arkamda duran montunu elime aldım. Benim hareketlenmemle bu sefer de odak noktası ben olmuştum. Herkese tek tek bakarken "Sabah erken kalkacağım da." diyerek bir açıklama yaptım. Oysaki kimse benden açıklama falan beklememişti.
"Saat de epey geç olmuş." diyen Bahadır da ani bir hareketle ayağa kalktı. "Biz de dağılalım."
Diğerleri onu onaylarken montumu üzerime giyip içinde kalan saçlarımı çıkardım ve arkaya attım. Çantamı da aldıktan sonra bakışlarımı etrafta gezdirdim ve adımlarını kasanın bulunduğu tarafa yönlendirdim. Kısa süre içinde hepimiz kasanın orada toplaşmış ve ufak bir hesap tartışması yaşamamıştık. Neyse ki en sonunda alman usulüne karar vermiş ve hepimiz yiyip içtiğimizi ödemiştik.
Hesap işinden sonra kafenin önüne çıktığımızda kollarını birbirine sarıp etrafa göz atmaya başladım. İleride park edildi olan taksiyi ve de taksiye yaslanmış sigarasını içen şoförü görünce Hilal'i dürttüm. "Biri binmeden gideyim." dedim ardından. Bu soğuk havada cadde kenarında dikilip taksi beklemek istemiyordum.
"Tamamdır." deyip bana döndü ve sarıldı. Kısa bir süre sarılı bir şekilde durduktan sonra diğerleriyle de görüştüm ve taksinin olduğu tarafa ilerlemeye başladım. Aradaki mesafe azaldığında aşağı yukarı benim yaşlarımda olan şoför beni fark ederek yaşlandığı yerden çekildi ve elindeki izmariti yere attı. Bu hareketi oldukça gözüme battı için kaşlarım istemsiz bir şekilde çatılmıştı. Sevmezdim bu tarz davranışları.
Yanına varıp durduğumda çok kısa bir an beni baştan aşağı inceleyip "Nereye gideceksiniz?" diye sordu. Olduğum yerde kıpırdanırken cevap vermek için dudaklarımı araladım. Fakat o an "Serra." diyen sesi işitince araladığım dudaklarımı birbirine bastırdım işitince arkama baktım. Görüş alanıma Bahadır girdi. Diğerleri yanında yoktu.
Ona, uzaktan sorarcasına baktığımda hızlı adımlarla yanıma geldi ve arkada kalan arabayı işaret etti ve "Seni ben bırakacağım." diyerek şoföre döndü. "Binmiyoruz kardeşim taksine. Hayırlı işler sana." Kaşlarım hayretle havalanırken tekrardan bana döndü ve başıyla önden geçmem için işaret yaptı. "Ben giderdim." desem de dediğini yaparak ilerlemeye başladım. O da ellerini cebine koyarak yanımdan yürümeye başladı.
