[Berkay Altunyay-Sanki Hevesim Hiç Kırılmamış Gibi]
***
"Merhaba, Serra."
Karşımda durmuş otuz iki diş sırıtan Serkan'a sinirle baktım. Gerçekten beni buraya kadar takip mi etmişti? Bir de bu yetmezmiş gibi dışarı çıkmamı beklemişti falan. "Sen, hasta mısın?" derken ona doğru bir iki adım attım. Bu yaptığı şey doğru bir davranış değildi. Ayrıca her gittiğim yerde de karşıma çıkıyor oluşu korkutuyordu beni.
"Evet ." dedi rahat bir tavırla. "Ama sana."
"Şu tarz cümleleri bana karşı kurma. Nefret ediyorum."
"Hım." dedi düşünceli bir şekilde. "Ne desem ki başka?"
"Hiçbir şey deme." derken sesim biraz yüksek çıkmıştı. "Sadece buradan çıkıp git. Bir daha da gittiğim yerlerde karşıma çıkma. Rahatsız ediyorsun beni."
"Ben, ortada bir sıkıntı göremiyorum."
"Sıkıntı sensin, Serkan. Sen ve senin şu saçma takıntın. Kaç defa söyledim sana. Rahat bırak beni, dedim. Seni istemiyorum, dedim. Anlamadın, anlamıyorsun."
"Çünkü kulaklarımı bunlara karşı tıkıyorum." deyip sırıttı. "Mesela az önce ne demiştin, neyi anlamıyormuşum ben?"
Bu hadsiz tavırları karşısında şaşkınca izledim onu. Bu zamana kadar tüm davranışları rahatsız etmişti beni. Ama son zamanlarda bir başkaydı. Daha fazla ileri gider olmuştu. En kötüsü ise onunla tek başıma uğraşıyor olmamadı.
Annem, umursamıyordu onun bu hâllerini. Hatta hoşuna bile gittiğini söyleyebilirdim çünkü Serkan bir numaralı damat adayıydı onun gözünde. Sonuçta Serkan zengindi, bazı yerlerde sözünü geçirir insanların kendisine itaat etmesini rahatlıkla sağlayabilirdi.
"Hayırdır güzelim, nereye daldın öyle?"
Alaylı üslubunu işitmek beni bu düşüncelerden ayırırken sıkıntıyla karıştırdım saçlarımı. "Git, buradan." dedim ardından. Umursamayıp karşımda dikilmeye devam edince oflayıp arabama doğru bir iki adım attım.
"Çekil önümden."
Ani bir hareketle kolumdan tutup beni sert bir şekilde arabaya yaslayınca korkuyla açıldı gözlerim. "Serkan, bırak beni." Kolumu kurtarmak için bir hamle yaptığımda iyice sıktı elini. Ardından bakışlarını etrafta gezdirip tekrardan bana döndü.
"Ailen böyle bir yerde takıldığını biliyor mu?"
"Bulunduğum yerin nesi varmış?" dedim. Bir yandan da korktuğumu belli etmemek için çaba gösteriyordum. "Ayrıca bilip bilmemeleri de seni zerre kadar ilgilendirmez."
"Aa, deme öyle ama. Ne demek ilgilendirmez?"
"Hayatımda hiçbir vasfın yokken ilgilendirmesini beklemen saçma değil mi?"
"İleride olur belki." deyip yüzünü bana doğru eğdiğinde boşta olan elimi omzuna koyup sert bir şekilde ittirdim onu. Kullandığım kuvvet ona zerre etki etmezken sinirle soluyup başımı yana doğru çevirdim. Korkum gittikçe artıyordu.
"Güzelim, yapma böyle."
Söylediği ilk kelime bende öğürme isteği oluştursa da tuttum kendimi. İğrençti.
"Her ne kadar inkar etsen de benden hoşlanıyorsun." dedi. "Ama zor kızsın işte. Naz yapıyorsun, peşinde koşmaya devam edeyim istiyorsun."
Duyduğum cümleler karşısında kahkaha attım. Güzel kafaydı. "Bence." dedim alayla. Ardından da başımı ona doğru çevirdim. "Sen, bu hayal aleminden çık ve gerçeğe dön. Emin ol, öylesi daha iyi olur." Bu sefer de gülen taraf o oldu. Bir insanın gülüşü bile sinir bozucu olur muydu ya.
