kore'deki bütün hayatımı sığdırdığım iki bavulla birlikte etrafıma bakınıyordum. sadece adresi vermesinin yeterli olduğunu söylesem de bay min havaalanına gelip beni alacağını söylemişti. haber muhabirlerine birlikte görünmemiz gerekiyormuş.açıkçası umrumda bile değildi. tek amacım özgürleşebilmekti. 22 yaşındaydım ve bütün bu seneler boyunca aile baskısıyla büyümüştüm. içimde her zaman yeni şeylere karşı bir heyecan vardı ve denemeden ölmek istemiyordum.
çünkü her an ölüm kapımızı çalabilirdi, sadece ana odaklanmalı ve istediklerimizi gerçekleştirmeliydik. tek bir hakkımız vardı ve bunu sonuna kadar kullanmalıydık.
şimdi bu ilk defa geldiğim ülkede biraz çekinmiştim, dilini bilmiyordum. sadece ingilizce'm iyiydi ve bunun her zaman yeterli olmayacağını biliyordum. sıkıntıyla etrafımı süzerken arkamdan belime kollar sarıldı ve vücudumuzu yapıştırdı.
"bozuntuya verme, şu an çaprazımızda bizi çeken muhabirler var."
konuşunca bay min olduğunu anlamıştım. bozuk aksanıyla konuştuğu korece'si, kulağıma çarpan nefesi ve kısık sesiyle birleşince içimde bir titremeye sebep olmuştu. yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsememle omzumun üzerinden kafamı bay min'e çevirdim. yanağıma bir öpücük kondurdu ve bedenimden ayrıldı.
uyum sağlamak için dönünce kollarımı boynuna sardım ve boynunh öptüm. bilmiyorum, biraz da içimden gelmişti. bu şehirde yapayalnızdım ve tek tutunacağım dal min yoongi'ydi.
kollarını belime sardı ve yüzünü saçlarıma gömdü. birkaç saniye sonra ayrıldık.
yanındaki adamlardan birine işaret verdi, adam aldığı işaretle elimdeki bavulları aldı. gerek olmadığını söyleyecektim ama yorgun olduğum için sustum. hazırlıklı gelmiştim, dışarıya şimdilik sevgili, bir iki güne de eş rolü oynayacaktık. yine de yanağıma kondurduğu öpücük farklı hissettirmişti.
aslında merak ediyordum, aileme almanya'da iş bulduğumu söylemiştim, kendimden on yaş büyük bir adamla evlendiğim haberini duyarlarsa nasıl bir tepki verirlerdi?
elime dolanan büyük ve sıcak elle yürütülmeye başladım. çıkışa yöneldiğimizde bütün muhabirler toplandı ve önümüze set kurdu. hepsi ilişkimiz hakkında sorular soruyordu. yanımızdaki koruma bize yaklaşmalarını engelliyordu. bay min muhabirlere gülümsedi.
almanca bir şekilde konuşunca anlayamadığım için boşta olan elimi avcumun içine batırdım. keşke biraz almanca çalışsaydım diye düşündüm.
muhabirlerin soruları düğün kelimesiyle daha da artmış ve inanılmaz bir uğultuya dönüşmüştü. zaten doğru düzgün uyuyamamıştım, başım ağrımaya başlamıştı.
el ele bir şekilde korumanın bizi yönlendirdiği arabanın arkasına bindik. biner binmez ellerimizi ayırmıştı. stresten terleyen elimi pantolonuma sürttüm.
"şey, ne söylediniz muhabirlere? brn sadece korece ve ingilizce biliyorum."
bay min telefonundaki gözlerini bana çevirdi. gerçekten yakışıklı biriydi. yaş farkının beni etkilediği gerçepini göz ardı etmeye çalıştım.
"önemli bir şey değil, yakında evleneceğimizi söyledim. sen biraz dinlen şimdi, eve bir saatlik yolumuz var."
***
"burası senin odan, temel eşyaları koydum ama istediğin gibi döşeyebiliriz. dediğim gibi maddi olarak hiçbir şeyi dert etme."
evin genel havasına göre daha renkli döşenen odaya baktım. sanki beğenmem için uğraşılmış gibiydi. beğeniyle süzerken heyecanlı sesimi gizleyemedim. "hayır, çok beğendim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
milion dollar man | sope✓
Fanfictionmrgenuisuga bu topluluğun başına sadece evli gay çiftler geçebiliyor ve ben gay bile değilim, heteroyum. hoperighthere tüh, yazık oldu.