oylar ve yorumlar azaldı😔😔 beğenmiyor musunuz, sıkıldınız mı? neden böyle oldu ki...
otomattan aldığım suyu iyice kavrayıp koridorda ilerlemeye başladım. ileri doğru baktığımda minji'nin bir kadınla konuştuğunu gördüm ve adımlarımı hızlandırdım, nedense güvende değilmiş gibi hissetmiştim. uzun birkaç adımda oturdukları koltuğa ulaştım.
"... annen baban nerede bakalım küçük kız?" git gide iyileşen almanca'm ile bu basit cümleyi anlayabilmiştim.
minji tam bu sırada parmaklarıyla oynamaya başlamış, bakışlarını önüne indirmişti. yüzüme takındığım kocaman gülümsemeyle minji'nin elini tuttum. "buradayım hanımefendi, iyi akşamlar."
minji'nin elinden nazikçe tutup onu kaldırdım ve yoongi'nin odasının önüne doğru yürüttüm. elimdeki şişeyi açtım ve minik kızın ağzına dayadım. kendisi de şişeyi tuttu, biraz içtikten sonra indirdi.
"hoseok abi, sen şimdi benim babam mısın? benim babam..."
şişenin kapağını kapatıp minik kızın saçlarını okşadım. "evet aşkım benim, ben de yoongi de senin babanız ama böyle seslenmek zorunda değilsin. bu sadece diğer insanlar sorduğunda geçerli olan bir şey. yoksa ben hala senin hoşik'in, yoongi de hala senin dayıcığın, tamam mı?"
"ama iki tane babası olmaz ki çocukların, bir tane annesi bir tane babası olur."
bu karışıklığı yaşamasını bekliyordum zaten. "güzelim benim, sen özel bir çocuksun işte. iki tane baban var, bunları düşünme sen."
"peki hoşik, dayıcığım neden hala yanımızda değil?"
buna nasıl bir cevap verilir bilmiyordum. yoongi'yi öyle kanlar içinde görmek öyle korkutmuştu ki hangi ara o ambulansın peşinden minji ile gitmiştim bir fikrim yoktu. ya da o arabayı korkudan ve endişeden artık işlevini yerine getiremeyen kaslarıma rağmen nasıl sürebilmiştim? korkunç dakikalardı, hala korkunçtu çünkü yoongi geldiğimden beri bir odadaydı, asla biri çıkıp bilgi de vermiyordu.
hastaneye minji'yi peşimizde sürüklemek istememiştim ama jimin'i de arayıp öylece gelmesini isteyemezdim. bir de sanırım sorularla uğraşmak istemiyordum. neden bu durumda olduğumuzu sorarlarsa verecek bir cevabım yoktu. yoongi'nin hasta olduğunu biliyordum ama yine de bana öyle davranması çok kırmıştı, bana öyle davrandıktan sonra kendine zarar vermesi ise son nokta olmuştu. bundan sonra nasıl ilerlerdik bilmiyordum ama tedavisiyle yakından ilgileneceğimi biliyordum.
"hoşik, uykum geldi."
minji'nin tatlı ama yorgun sesi onu kucağıma alıp tam odanın karşısındaki koltuklara oturmamı sağlamıştı. başını omzuma yaslamış, uyuması için sırtını sıvazlama başlamıştım bile. "hadi uyu güzelim."
ben sadece kapıya bakarken minji'nin "yine çok güzel kokuyorsun hoşik abi ve baba." diye mırıldanması içimde çok farklı bir duygunun akmasını sağlamıştı. o bana gerçekten baba mı demişti? bir an kulağımın bunu duymak istediğim için bunu söylediğini düşündüm ama bir şeyleri yanlış anlamak için fazla kendimdeydim. minik kızım bana gerçekten de baba demişti. bugün yaşadığım duygusal karmaşa kalbimin artık iflas bayraklarını çekmesine sebep olacak diye korkuyordum.
minji'nin nefesleri yeni düzene girmişti ki yoongi'nin olduğu odanın kapısından birileri çıktı. minji'nin uyanmamasına dikkat ederek kalkıp yanlarına ulaştım. "yoongi nasıl? ve mümkünse ingilizce konuşabilir misiniz?" yarım yamalak almanca'm ile isteğimi dile getirdim, olumsuz cevap vermemeleri için dua ediyordum. beyaz önlüklü kadın gülümseyip başıyla onayladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
milion dollar man | sope✓
Fanfictionmrgenuisuga bu topluluğun başına sadece evli gay çiftler geçebiliyor ve ben gay bile değilim, heteroyum. hoperighthere tüh, yazık oldu.