7

622 55 13
                                    


"Artık evimize gidiyoruz " dedi Chanyeol neşeli bir sesle. Ev! Neresiydi o. Annem babam yoksa içinde yine de orası bir ev miydi?

Bana yardım etmek için bir bakıcı adam birde bir hemşire getirdiler yanıma tanıştırdılar. Daha doğrusu onlar kendini tanıttı ben dinledim. Konuşmadım. Konuşmak anlamsızdı. Ne diyecektim ki. Hemşire biraz orta yaşlı bir kadındı. Bakışlarında şefkat vardı görüyordum. Bakıcı adam daha sert yapılı biriydi. Öyleki hiç zorlanmadan beni kucağına alıp Park amcaların arabasına yerleştirmişti bile.

Eve geldiğimizde o bakıcı adam yani Jun Dae tekrar kucağına alıp Park amcayı takip etti yanımızda Chanyeol vardı. Elimi tutmuş yürüyorduk bahçeden içeriye. Elimi tuttuğunu görünce fark ettim. Baktığımda yüzünde nahif bir gülümseme vardı.

Içeri girdik. Her yer bembeyaz. Duvarlar merdivenler yerler. Motif olarak bazı renkler iliştirilmiş kenarlara köşelere, halılar uyumlu renklerle döşenmiş. Ama beyazın hakimiyeti her yere ıyice sinmişti. Içeri girdiğimizde en az dört beş odayı kapsayacak büyüklükte bir salon vardı. Bi köşesinde yemek masası bir köşesinde rahat ama oldukça şık koltuklar salonun bir köşesinde bir kapı vardı ve biz o kapıya doğru yöneldik.

Kapıyı Park amca açtı ve içeri geçip bekledi bizde peşinden gittik. Oldukça büyük bir odaydı. Yeşil ve mavi ağırlıklı renkler vardı ama herşey o kadar softtu ki huzuru hissettiriyordu. Odada karşılıklı iki yatak vardı. Iki Çalışma masası.

" Burası senin odan " dedi gülümseyerek. Neden iki yatak Park amca demeden devam etti " dediğim gibi burada kalacaksın ama yalnız değil, Chanyeol de burada kalacak öyle istedi. Fakat senin fikrini de sormak istiyorum" dedi ve gözlerini benden çekerek Chanyeol e baktı " oğlum Baekhyun a seninle kalmasını isteyip istemediğini sordun mu?" Dedi.

Chanyeol biraz mahcup duruyordu. Kafasını eğdi yerde bir şeyler arıyor gibiydi. Gelip önümde durdu. Yani önümde derken Jun Dae nin kucağındaki benim önümde.

" Şey ııim yani ben düşündüm ki gece yalnız olmaktan hoşlanmazsın. Canın sıkılırsa birlikte sohbet ederiz" diye utana sıkıla söylüyordu. Nedensizce hoşuma gitmişti bu tavrı. Ev onun eviydi. Misafir olan bendim. Benden izin istiyordu. Bundan daha da güzel olanı yüzüme ' sen kendi başına hiç bir şeyi yapamazsın burada sana yardım edeceğim' demiyordu. Ona muhtaçmışım gibi hissettirmiyordu.

Yüzümde ufak bir gülümseme vardı. Ben bunu karşıdaki aynadan bakınca fark ettim. Zaten yüzümdeki gülümsemesen cesaret aldığını anlamıştım Chanyeolun. Neredeyse havalara uçacaktı değişik hareketlerle mutluluğunu gösteriyordu.

Beni yatağıma uzattı Jun Dae, hemşire de gelip bir serum taktı. Uyumam gerektiğini söyleyerek üzerimi örttü. Gözümü tekrar kapattım. Yabancı bir yerdeydim ama korku hissetmiyordum. Içimdeki duygular da birer birer beni terk etmişti sanırım. Artık canım yanmıyordu. Ağlamak istesemde bastırabiliyordum. Annemin yokluğunu kabul etmiyordum bir gün onu bulacaktım. Eminim. Çünkü öldüğünü görmedim. Babam gelecekti. Park amca da aksini söylemedi zaten. Gelecekti.

Ama bir boşluk vardı içimde. Ne yapsam da onu doldurmayacağım bir boşluk. Sanki bütün dünya her şeyi aşmış. Bütün depremlerden kaçmış fakat ben bütün o taş yığınlarının arasında sıkışmış gibi hissediyordum. Herkes herşeyi aşabilmiş bir tek ben kalakalmışım gibiydim.

Günler geçiyordu. Chanyeolun benden 3 4 yaş büyük olduğunu öğrendim. Hyung mu demeliydim bilmiyorum ama şu an onunla konuşma gibi bir isteğim yoktu. Sadece o değil kimseyle yoktu. Okula gidiyordu ama hiç gittiğini görmedim. Zengin diye bunu da hallediyor diye düşünüyorum. Banyo ve tuvalet ihtiyacım haricinde her şeyimle ama her şeyimle Yeol ilgileniyordu. Yemek saatim geldiğinde oturduğum sandalyeyi itip mutfağa götürüyordu. Ben onu izlerdim o yemek yapmaya odaklanirdi. Bazen bazı şeylerden bahsederdi. Dinlerdim ama o benim dinlemedigimi sanardi. Çünkü bazen gerçekten saçmalardı. Yemek yaparken o omuzları, ellerinin hareketleri istediği an dolaba, ocağa masaya koşturması... Her şeyiyle mükemmel duruyordu karşımda. Bir miktar imrendim de. Yürüyor ellerini istediği gibi kullanıyordu.

Hatta o kadar belli etmiştim ki imrendigimi bir keresinde arkasına baktığında ona bakışımı yakalamıştı. Aynı anda gelip sandalyemin önünde çöktü. Sol elimi tuttu. Sol elimi hissediyordum. " birgün sen yemek yaparken bende böyle oturup sadece yemeğimin gelmesini bekleyeceğim" demişti. Ne kadar basit bir cümle değil mi? Değildi aslında. Bana o cümlesiyle umudun varlığını göstermişti. Şu an için sol elimden başka hiç bir şekilde hareket edemiyorken ona birgün yemek yapma ihtimalinden bahsediyordu.

Onun bana olan inancı, benim kendime olan inancimdan daha fazlaydı.

Her gün doktorlar gelip egzersiz hareketleri, suyla terapi, ukupuntur ile sinirlerimi uyarmalar vs. Devam ediyordu. Onlar bitince Yeol doktordan izin alarak gün içinde bana bazı egzersizleri tekrar ettiriyordu. Ayaklarımı tutuşu ellerimi havaya kaldırışı, belimden tutup kendine sarması o şekilde ayakta bekletmesi... ve tüm bunları yaparken daima gülümsemesi... gözleri parlıyordu her defasında. Her bana baktığında ışıklar saçıyordu.

Hiç tırnaklarınızı başka biri kesti mı? Nasıl hissetiniz. Ben acizlik. Ilk keseceği zaman bana bekle demişti. Gitmişti üst kata bir süre sonra elinde tabletle aşağı inmiş bana gülümseyip kendini koltuğa bırakmış bir şeyler inceliyordu. Sonra aniden ayağa kalkıp tırnaklarımı kesmeye başladı. Bitince kendi üstünü düzeltip ellerini yıkamaya gitmişti. O esnada Park amca içeri girmiş " benim tabletin burada ne işi var " demişti hafif sinirliydi. Hizmetli kadin Yeolin getirdiğini söyleyince Park amca bir şeyler mırıldandı. " acaba ne aramış bu velet... mmm bakalım.. hi? Birinin tırnakları nasıl kesilir ? Mi ? " demişti miriltiyla ve şaşkındı. Sonra bana bakıp gülümsedi. Saçımı okşayıp üst kata çıkmıştı. Ben o gün Chanyeol 'ün benim için vazgeçemeyeceğim biri olduğunu anlamıştım.

Şimdi de Yeol önümde oturmuş tırnaklarımı düzeltiyordu. Sol kolumu zorlayarak da olsa hafif oynattim. Önümde eğilmiş ayak tırnaklarımı kesiyordu. Öylesine odaklanmıştı ki kolumu oynattığımı görmedi bile. Elimi sonunda saçlarına atabildim. Yumuşacıktı. Okşamak istedim ama zaten yorgundu kolum, elim başında sadece durdu. O an şoke olmuş şekilde kafasını kaldırıp bana baktı. Bir şey demek istiyor fakat ağzından bir kelime çıkmıyordu. Çok büyük bir gülümseme verdi. Hemde çok büyük ve güzel bir gülümseme. Hemen tekrar basını eğdi ve ayaklarimi tutup öylece bekledi. Ayaklarıma birşey damladigini gördüm. Bir damla daha... ve bir iç çekiş.

" çok güzel gülüyorsun " dedim. Kendime dahi yabancılaşmış sesimle. Niçin dediğimi bilmiyorum birden demek istedim ve söyledim. Belki de ağlayışı beni üzdü ve görmek istedim. Gülsün istiyorum hep. Daima gülsün. Aniden basını kaldırıp yine bana baktı bu sefer gözleri dolu doluydu. Öne atıldı, sarıldı. Kulağıma art arda ' teşekkür ederim, teşekkür ederim' diyordu. Niçin dediği hakkında bir fikrim yoktu


Gratefulness/ Minnet Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin