İnce bileğim de bir adamın parmak izleri vardı. Uzun ve güçlü parlaklarının morarmış geçmiş cesetleri. Onlara uzun uzun baktım. Beyaz tenim üzerinde mavi mavi damarlar bile görünürken saatler önce zorla bileğimden tutup sürükleyen adam ilk defa bana şefkat için dokunmamıştı. Canımı yakmıştı. Parmaklarını bir yılanın avına sarılması gibi bileğime sarıp çekip götürmüştü.
"Daha ne kadar susacaksın güzelim? Konuş benimle."
Sesiyle gözlerimi yumdum. Arabanın içinde onun kokusunu solurken sabahtan beri aslında buna ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu şimdi fark ediyordum. Sabahtan beri ordan oraya sürüklenip ölümün ucunda bir balerin edasıyla süzülürken tek ihtiyacım kokusu, sesi ve onun ta kendisiydi.
"Ne konuşmamı bekliyorsun Aron? Sana sorduğum sorulara cevap verecek misin?" Sessiz kalıp arabayı sağa kırdığında alayla başımı salladım. "Ben de öyle düşünmüştüm."
Aron. Bu tehlikeli ve kurnaz oyunun merkezindeki isimdi. Aron benim ruhumun en derininde olduğu gibi bu oyunun da merkezindeydi. Her halükarda o kudretli bedeni ve varlığı ölüm endeksi gibi hayatıma sarınmıştı.
"Bak Esir. Bak fıstığım. Sana anlatamayacağım şeyler var. Bunu anla. Seni bütün bunlara bulaştırmak istemiyorum."
Bilmiyordu ki ben zaten çoktan her şeye bulaşmıştım. Ben Türkiye'ye adım atar atmaz her şeye bulaşmıştım. Ben onu ilk gördüğüm an, gözlerinin en dibindeki o kuyuya düştüğüm an her şeye bulaşmıştım.
"Zaten bulaştım Aron. Kafam karmakarışık ve neler dönüyor bilmiyorum. Ama bana anlatmalısın. Artık bütün bu olanları bana sen anlatmalısın. Başkalarından bölük pörçük duymak yerine hepsini senden duymalıyım."
Turgut'un son kez gözlerime bakıp Aron demesi zihnimde canlanırken sanki o an et yiyen bir yamyamın avucu içinde çırpınıyor gibi hissetmiştim. Savunmasız ve ne yapacağımı bilmez halde kafam da yüzlerce ama yüzlerce olasılık dönüp dururken Aron ona bir şey sorma fırsatım olmadan gelmişti. Önce bir canavarın hırıltısına benzeyen bir sesle kulübenin dışında duran araba sesini duymuştuk. O an hala Turgut ile göz gözeyken an ve an göz bebeklerinin korkuyla büyüdüğünü izlemiştim.
O kendi canından kanından öz oğlundan korkuyordu. Peki ya bu kadar korkarken yalan söyleyebilir miydi?
Sonra Füsun ve Kiraz denen kadın mutfaktan çıkarken Kulübenin kapısı ilk vuruşla çürük kirişlerinden koparak etrafı inletmişti. Tanrı biliyor ya ordan kalkıp Aron'un kollarına atılmamak için verdiğim çaba hiçbir şeye benzemiyordu.
"Anlatacağım. Tamam ama şimdi değil. Zamanı geldiğinde."
Nereye gittiğimizi bile bilmeyerek fırtınalı gökyüzüne baktım. O karın kokusunu derince soluma isteği yüreğime dolup taşıyordu.
"Şimdi tam zamanı bence. Bana anlatmalısın. Neler oluyor Aron? Ege ile babasını ziyaret ettiğimiz de bize bir hikaye anlattı. Senin annenle ilgili bir hikaye. Ama hepsinin yalan olduğunu bugün öğrendim. Dahası bu yalanları söylemesini isteyen sendin! Turgut içeriden kaçtı diye delirdin ama kaçmasına yardım eden yine sendin."
Sesim her geçen saniye ile yükseliyor olsa da bunu kaale almadım. Yutkunup yan profilinden güzel kemikli yüzüne baktım. Keskin yüz hatları gerildi. Uzun parmakları direksiyonu sert bir şekilde tutuyor kendine hakim olmak için çabalıyordu. Ama ben bugün her şeyi öğrenmek istiyordum.
"Esir, hayatın yeterince karmaşık bir de bunları yüklemeni istemiyorum. Neden anlamıyorsun?"
İnatçı halinden eser kayıp etmemişti. Dönerek kısa bir süre gözlerime baktı. Derin siyah kuyularını ne denli özlediğimi o an fark ettim. İri irislerinde kendi yansımamı görmek bile kalbimi tökezletiyordu. Yüreğimin en derinine parmak izlerini bırakıyordu. Bir mezarlık misali. .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...