Hayata yenik

4.8K 355 282
                                    

Beynimin içinde bir kaos. Hayatımın ruhsuz versiyonu gibi. Merhametten yoksun eli bıçaklı iblisler. Cehennemin zemin katı gibi. Kanatsız meleklerin acı feryatları. Ölümün arafı gibi.

Bir bataklıkta batıyordum yavaş  yavaş. Akli dengemi kayıp  ediyordum ve biliyordum ki kimse bunun farkında değildi. Yavaş yavaş ölüyordum. Mutlak yok oluşum uzakta değildi. Herşeyin son bulmasına çok az kalmıştı. Hayata yenik başlamıştım ben..

Güneş semaya yükselirken hafif bir ışık çarptı artık ağlamamaktan bıkmış usanmış ince göz kapaklarımın ardından. Gözlerimi açma hevesini asla tatmamış bir kimse olarak bugünde içimde uyanmak ile ilgili istekler yoktu. Uyanmak istemiyordum. Ben kendimi bildim bileli bir kez olsun sabah gözlerimi aralamak istememiştim.

Uyuyup uyanmamak nasıl bir duygudur bilirmisiniz ?

Uyurken sabaha uyanmamak istemek nasıl bir histir?

Uykunun kıdemli kardeşi ölüme bahşedilmek. Ölümün soğuk pınarlarında dolaşmak?

Ben bilirim. Daha çocukken öğrendiğim ilk  şeylerden biriydi. Sürekli aynı tavana bakarak uyanmak, ve sürekli güneşi merak etmek öyle zor gelirdi ki karnımın gurultusu içinde uyurken sabah uyanmamak için dua ederdim.

Derin bir nefes alarak yataktan doğruldum. Karın boşluğumdaki sızı tıpkı  küçük  bir böceğin ufak dişlerini batırıp kendinden utanması gibi vahşiydi. Bir o kadar da alışıldık. Parmak uçlarımı giydiğim saten kumaştan pijamaya bastırarak dağılmış uzun ve gür  saçlarımı yana savurdum. Yara artık neredeyse tamamen iyileşmiş olsa da, kurşun yarası olduğu için arada sızlıyor ve kendini belli ediyordu.

Acıya alışkın bir bedenim vardı. Ama insanoğlunun bedeni acı için  yaratılmıştı.

Ayaklarımı yataktan çıkartarak ayağa kalktım ve dönen başıma rağmen dengemi sağlayarak camdan dışarıya, yeni doğmaya başlayan aydınlığa baktım. Göz bebeklerim titreşti yüksek basınçlı aydınlık karşısında. Odamın içi yine çiçekler kokuyordu. Bir çok çiçek vardı.

Türkiyeye geri dönmemizin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti ve bu süre zarfında Efe abartısız gün de iki üç kez elinde farklı renkte çiçekle odama geliyordu. Hepsi unutma beni çiçekleriydi.  Kokusunu doya doya soluduğum tek çiçekti. İşte bu yüzden hayatım boyunca en sevdiğim çiçekler bunlar olacaktı.

Anadan üryan ayaklarla cama yanaştım.  Beynim tıpkı uçsuz bucaksız gökyüzüne hareket eden milyonlarca bulut  gibi  arafta bir serzenişteydi. İçi dolu dolu gür bulutlar. Zehrini kusmak isteyen   ama yapamayan. Söylesindi kader tanrıçaları, benim kaderim kendinden utanıyor mu? Çünkü ben artık hayattan utanır olmuştum. Türkiye'ye  döndüğümde babamı beni özlem dolu gözlerle bekler halde bulmuştum. Gittiğim günden beri,  her gün bıkmadan usanmadan camın önünde yolumu gözler olmuştu. Ona döneceğime dair söz vermiştim ve o sözümü tutacağıma yüzde yüz inanıyordu. Güveniyordu.

Ona sarılmak tıpkı ateşten bir küle sarılmak gibiydi.  Yakıyordu ama ısıtıyordu da. İkinci kez farklı topraklardan babama gelmek tuhaf hissettirmişti. İlk geldiğimde ona bir yabancı gibi bakmıştım. Oysa bu sefer tam olarak kızı  olarak kolları arasında yerimi almıştım. Önünde diz çökmüş kolları arasına yerleşmiştim.

Ona vurulduğumu  söylememiştik. Bunu kaldıramaz diye korkmuştum. Bir süre saklayabilirdik. Belki sonsuza dek.

Bir hafta boyunca odamdan doğru düzgün çıkmış değildim. Çıkamamıştım çünkü yasımı tutmam gerekiyordu. Tuttuğum yas sabah akşam aynı dört duvar arasında sessizliğe boyun eğmekten fazlası olmalıydı. Lâkin elimden yanlızca bu kadarı geliyordu. Menekşe teyzemin yası, onun bedenini topraklarına teslim edene dek sürecekti. Mavi saçlı kadının yası ise, sonsuza dek içimde bir keder olup büyüyecek ve yeşerecekti.

KAM+18 (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin