Son derler her şeyin bitişine. Son..
Son başka bir başlangıcın çizgisi olabilir miydi? Peki ya ölüm bir son mu yoksa yeni bir başlangıç mı? Zira ölüm yeni bir başlangıç ise, küçük kızımın başlangıçta beni bekleyeceğine emindim. O küçük yaralı bir kelebek. Üç günlük ömür biçildi olmayan gülüşlerine. Ve o olmayan gülüşlerin celladı bendim. Buna rağmen o beni beklerdi. İkimizin ölüm başlangıcında.
Ben Aron Alkan. Zifiri kuyuların sahibi kara bakışlı adam.
Bir çift badem rengi göze hapis düştüğüm gün karanlıktaki o ışık vadisini görmüştüm. Hayır hayatımda hiç ışık yoktu. Ama bir gün, bir gün belimde silahım, küçük yaralı bir kız çocuğunun canını avuçlamaya giderken ışığın serin havasını tattım.
O ışığın adı kimsesiz bir kız çocuğuydu. Kirli kıyafetler ve dağınık saçları vardı. Neden diye düşünmüştüm o vakit. Neden bu kız bu kadar kirliyken bu kadar temiz görünüyor? Oysa temiz olmak neydi? Kirli olmak neydi?
Yanında iki kadınla birlikte arabaya ilerlerken etrafa hayran olmuş gibi bakıyordu. Gözlerinde gözlükleri ve yüzünde maskesi. Merak etmiştim gözlerini. Göz rengini. Öyle çok merak etmiştim ki onlardan uzakta, arabanın ön koltuğunda içim içimi yemişti. Öldürmeye geldiğim kızın göz rengini neden mi merak etmiştim?
Bilememiştim asla. Ama o kızın gözlerine bakmanın nasıl bir his olacağını hep merak etmiştim. Etrafa bir cennetteymiş gibi bakıyordu. Her şey dikkatini çekiyordu. Oysa aptal küçük kız, etrafın cennet değil de cehennem olduğunu bilmiyor muydu?
İlgimi cezb etmişti. Neden öyle davranmıştı? Hayatı boyunca dünyayı görmemiş gibi, çünkü hayatı boyunca dünyayı görmemişti.
Belki de ilk defaydı birini öldürmek istemeyişim. İlk defaydı azrail kimliğimden nefret edişim. Öldürmek o kadar kolay gelirken ölümü ona yakıştırıp nefret etmiştim. Onu gördüğüm ilk andan beri ölüme ne güzel yakıştırmıştım.
Yapamayıp geri dönmüştüm. Öldürememiştim. Aylar sonra o kızın gözleri gözlerime değdi. Bir çift derin badem gözleri. Neden herkes bir kimselerin göz rengini merak eder? Ya da ilk gözlerine tutulur? İnsanın Ruhunun derinliklerinde tek bir pencere vardır. Küçük ve yıpranmış pencereydi. İşte o pencere yalnızca gözlerinden dışarıyı yansıtır. Bir insanın gözlerine bakın ve ruhunu okuyun.
Zamanla içime sığdı. İçini okumak istediğim kız içimi okudu ve beni içine haps edip içime yerleşti.
O kız çocuğunun adıydı Esir. Bir kimselerden uzak Esir. Esir'im. Deam mortem. Ölüm tanrıçam.
Ona ölümü en çok ben yakıştırdım. Ve ölüm en çok ona yakıştı. Seni özledim küçük kadınım. Özlemek kadar lanet bir duyguydu senin içimdeki yerin.
"Uzun zaman sonra hava güneşli."
Sessiz kaldım. Tıpkı diğerleri gibi. Kız konuşmaktan vazgeçmedi. Sussun da istemedik hiç birimiz. Belki bizi sessizliğe terk edip giden kızın sessizliğini özlemek istedik. "Esir sever güneşli havaları. Bence bugün mutlu."
Fark edemedim başta dudağımın kenarındaki küçük tebessümü. Esir severdi. Güneşli havaları. Hayır severdi değil. Sever. Oysa bilmezdi ki benim güneşim aptal bir gezegen değil de onun ta kendisi.
"Evet mutludur." Biran gözlerim birleşmiş ellerine takıldı. Rana ve Efe'nin her zaman birbirine kenetlenmiş avuçları. Bazen imrenirdim. Benim avuçlarımdaki sıcaklık eksikti çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...