Hiç bir insanın hayatı asla dört dörtlük olmazdı. Her insanın hayatında tökezlediği anlar vardır. Ama bazı inanalar öyle bir hayat yaşar ki, değil tökezlemek, adım atamayacak kadar engebeliydi yolu. Benim yolumda o engebeler bile yoktu. Çünkü benim yürüdüğüm bir yol yoktu. Sadece sonu uçuruma çıkan uzun ve karanlık bir yol işte. Yürürken yanımda kimse yok. Yolumu aydınlatan ya da düşerim diye yanımda duran hiç kimse yoktu.
Hayır. Ben hep yalnızdım. Gardiyanlar bana vurduklarında ve canımı yaktıklarında ağlamazdım. Çünkü ağlarken yanlızdım. Bu onların bedenimde açtıkları yaralardan daha fazla acıtıyordu canımı. Ve benim canım yandığında merhem sürecek kimsem yoktu."O tek suçtan dolayı burda değil ki. Bir çok suç işlemiş. Adam öldürmüş, soygun yapmış. Kara para aklamış ve daha binlercesi. O burdaki en tehliklei mahkumlardan biri. Tabi bir de en cezbedici ve sexy olan."
Elvis'in son söylediklerini duymamış gibi davrandım. Burdaki bütün insanlar mahkumdu. Kimisi katil kimisi hain. Kimisi hırsız kimisi ise çok daha kötüsü. Ve çoğusu ise hepsini yapmıştı. İşte Alex bütün bunları yapmıştı. Yeşil gözleri şeytani bir parıltı ile parlıyordu. Çünkü o şeytana kobaylık ediyordu.
"Desene Heldi ile yılın çifti seçilirler." dedi Jane bıkkınlıkla.
Elvis ağzındaki kaşığı geri çekerken başını sallayıp güldü. "Aynen öyle kızım."
"Ben senin kızın değilim."
Yemek saati bittiğinde yemekhaneden çıktık ve gardiyanların eşliğinde dışarıya çıkan kapıya ilerledik. Son anda Jane'nin hatırlatması ile gözlüğü tekrar taktım. Dışarıya çıktığımız da bütün kadınlarla birlikte büyük devasa çadıra ilerledik. Metrelerce yüksek olan beyaz çadıra girdiğimiz de şaşkınlıkla ağzım açık kalmıştı. Sıra sıra dizilmiş masaların üzerinde bitkiler vardı ve çadırın içi tamamen yeşilliklerle doluydu. Yeşil bitkiler ve çiçeklerle.
"Burası mahkumların ekin ektiği yerdir. Bizim ektiklerimizi sonradan satıp burası için ihtiyaç alıyorlar. Karlı bir iş."
Elvis bana bilgi verip ilerledi ve bir masanın arkasında durdu. Her masanın üstünde kime ait olduğunu belirtmek için bir kart vardı. Boş olan üç masadan birinde kendi adımı görünce arkasına geçtim. İşin komik yanı ise kartta herkesin ki gibi isim ve soyisim yazmak yerine sadece isim vardı. Bir soyisimim bile yoktu.
Masanın kenarına konulmuş beyaz lastik eldivenleri elime geçirdim. Önümdeki kaba baktım. O hapishaneden çıktığımda beri ben hayatın ilklerini yaşıyorum. Ve bugün ben hayatımda ilk kez toprak görmüştüm. Siyah nemli toprağa dokunduğum an içimi gıdıklayan o hissiyat için neler vermezdim. Nemli yumuşak toprak parmaklarım arasında kayarken dayanamadım ve elimdeki eldivenleri çıkartarak çıplak elle toprağa dokundum.
Yüzümdeki gülümseme öyle derindi ki çene kaslarım ağrıyordu. Yüce tanrım Benim suçum neydi? Benim suçum neydi ki ben yıllar boyu eziyet görmüş böyle küçük mutluluklardan mahrum kalmıştım. Şimdi toprağa dokunuyordum. Orda mahkum kadınlar ölürken bile toprağa dokunmazdı. Bedenleri yakılırdı. Şimdi ise ben ölmediğim halde toprağa dokunuyordum. Nemli ve yumuşak toprağa dokunuyordum.
Toprağı avuçladım ve burnuma götürerek derince kokladım. İşte hayat kokusu. İşte yaşamak için bir neden. Bana buruk bir gülümseme ile bakan Jane'ye gülümsedim.
Diğer kadınlar işlerini yaparken ben belki de bir saate yakın sadece toprağa dokundum. On sekiz yılın acısını çıkartır gibi dokundum. Beni mahrum bıraktıkları onca zamana yanarak dokundum. Özlemle ve bir daha asla dokunamayacak gibi dokundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Novela Juvenil"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...