Herkes hayatında bir defa ölümün kıyısından geçmiştir. Kokusunu solumuş ve karanlığını hissetmiştir. Kimisi ölümü mecazi bir anlamda kullanırken bazıları gerçek ölümü adeta görürdü. Mesela kalbi kırılan biri öldüm derdi. Ama kalp krizi geçirip bir süre kalbi duran bir insan ile ölüm kelimelerini aynı anlamda kullanmazlardı.Benim hayatımda ruh ölümü diye bir şey yoktu. Çünkü burdaki herkesin zaten ruhu ölmüştü. Asıl mesele ise bedeninin ölümüne mani olmaktı. Çünkü yaşam yerimiz tam olarak ölüm sınırları içindeydi. Açlıktan ölürsün, dayaktan ve işkenceden ölürsün, havasızlıktan ölürsün, veremden ölürsün, ya da başka bir mahkum tarafından öldürülsün. İşte ölüm bu kadar basit ve bu kadar yakındı bize.
Hapsihane çıkışına ilerlerken artık diğer mahkumların sesini duymaz olmuştuk. Burası çok büyük bir yerdi. İçinde yüzlerce hatta binlerce mahkum olan bir yerdi. Bir kanadından diğer kanadına gitmek iki kilometre bile sürebiliyordu. Büyük demir ve çift taraflı kapının önünde durduğumuzda derin bir nefes aldım. İşte bu kapının ardındaydı asıl hayat.
Oksijen, güneş ve insan kirliliği. Belki çimen ya da çiçekler. Kar mı? Belki yağmur. Ben hayatım boyunca asla yağmur altında durmamıştım ya da yağmura asla şahit olmamıştım. Kara hiç dokunmamıştım. Bir çiçeğin kokusunu asla almamıştım. Çimenlere basmamıştım. Şimdi bu kapının ardında bunların hepsi vardı. Ve sadece bir kaç metre sonra ben hepsini görmek için ilk adımı atacaktım.
"Esir?"
Yanımda duran konsül Jack'e döndüm. Yanında dikilen uzun boylu iki adamdan bir tanesinin elinden beyaz bir şey aldı ve bana uzattı. Tuhafca elinden aldım. Dokusu çok yumuşaktı.
"Bu maske, bunu tak lütfen."
İki yanında duran lastiklerden tuttum ve ağzıma dayayıp lastikleri tutmaya devam ettim. Jane yanıma gelip iki lastikten tuttu ve kulaklarımdan geçirdi. Göz kırpıp eski yerine geçince konsül bu sefer siyah filmli bir gözlük uzattı.
"Bunlar ne için konsül?"
Gözlüğü elime tutuşturup beni baştan aşağı inceledi.
"Sevgili Menekşe'nin anlattığına göre doğduğundan beri fazla gün yüzüne çıkmamışsın. Bu yüzden bu ani hava değişimi cildine ve ciğerlerine nasıl bir etki yapar bilmiyoruz. Şimdilik bunları tak. Gideceğimiz yerde doktorlar sana bakacaktır."
Başımı sallayıp siyah gözlüğü taktım.
"Voha çok yakıştı Esir!"
Yapmacık bir şekilde Jane'nin koluna vurdum ve kısık sesle kıkırdadım. Miranda baş parmağını kaldırıp süper işareti yapınca ona gülümsedim. En azından ikisi şu anda benimleydi.
Kapı ağır ağır iki yana açıldığında yüzüme çarpan gün ışığı ile derin bir nefes aldım. İşte şimdi yüzüme rüzgar çarpıyordu. Tekrar temiz havayı soluyordum. Haftada bir kez ya da iki haftada bir kez dışarıya çıkarıyorduk ama küçücük yerde yüzlerce insan ve dört bir tarafı kalın aynı zamanda uzun duvarlarla çevrili bir alanda asla temiz havayı solumak kolay olmazdı. Zaten çoğu zaman güneş battıktan sonra çıkardık. En fazla yarım saat. O da gardiyanlar iyi günülerindeyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...