İnsan ne zaman ağlar? İnsan aslında sadece acı çektiğin de ağlamaz. İnsan acı çeker ağlar, insan sinirlenir ağlar, insan çaresiz kalır ağlar, insan aç kalır ağlar, insan unutur ağlar. İnsan her zaman ağlar. Çünkü insanlar nankör ve iflah olmaz varlıklarıdır. Mutlu olunca bile ağlayan varlıklar.
Çoğu insan için ise ağlamak acizliktir. Ağlama çünkü insan acizken ağlar, ağlama çünkü insan çaresizken ağlar , ağlama çünkü insan zavallıyken ağlar. Oysa ağlamakta tıpkı gülmek gibi doğal ve olağan bir şeydi. Ama bunları bilmeme rağmen ben ağlamazdım. Acırdım da ağlamazdım. Çaresiz olur, aç kalır ya da sevinirdim. Ama ağlamazdım. Hoş asla ağlayacak kadar mutlu olmamıştım ya orası ayrı.
Derin bir nefes çektim tıkanmış ciğerlerime. Sanki saatlerdir nefesimi tutmuş gibi nefessiz kalmıştım. Neydi bunun sebebi tam olarak çözmüş değildim. Heyecandan mı yoksa korkudan mı? İşte tam bu kapının ardında geleceğimin kara kutusu bulunuyordu. Sonunda Türkiye'den haber gelmişti. Benim topraklarımdan ve benim insanlarımdan haber gelmişti. Ait olduğum ırktan.
İki seçenek vardı. Ya beni kabul edecek ve ait olduğum topraklara geri götüreceklerdi, ya da beni burda bırakacak ve hayatım boyunca doğup büyüdüğüm ama bir o kadar yabancılık çektiğim bu ülkenin topraklarında yaşayıp ölecektim. Her türlü bu hapishaneden çıkacaktım. Ama dışarda amaçsız ve hedefsiz bir şekilde yaşarsam burda yaşamaktan hiçbir farkı olmazdı.
Derin bir nefes aldım ve kendimi her türlü şeye hazır ettim. Çık ya da çıkma , illaki bir zaman sonra kendi ırkın ve topraklarına döneceksin Esir. Demir kapı kolunu aşağı çektim ve kapıyı aralayıp içeriye girdim. Gözüme çarpan ilk şey masada oturan birden fazla yabancı yüz oldu. Konsül Jack ve baş gardiyan Miranda dışında saydığım beş kişi vardı. İfadesiz bir şekilde onlara baktım.
İkisi siyahi, diğer üçü ise beyazdı. Ve beyaz kadın dışında diğer herkes erkekti.
"İşte Esir."
İstemsizce başımı ve omuzlarımı dik tuttum. Bir insanda ilk izlenim her zaman önemlidir. Çünkü bir insan seni ilk nasıl gördüyse yıllar geçse bile seni o şekilde hatırlardı. Her zaman ilk görünüş ve kafasında onun için bir profil çizdiği zamanı hatırlardı.
"Konsül?"
Jack ayağa kalkıp yanıma ilerledi. Diğerleri masada oturuyordu. Konsül Jack onları arkasında bırakınca katı yüz ifadesini sildi ve bana göz kırptı. Sanırım bu bana bırak demekti . Fare şeklindeki yüzü ve tıpkı fareninki gibi küçük siyah gözleri diğerlerinin görüş açısına girer girmez tekrar bir devlet adamı gibi sertleşti. Zaten bir devlet adamıydı ya.
"Bunlar ABD elçileri. Türkiyeden gelen cevap için burdalar."
Kalbim çok hızlı atıyordu. Durmak istermiş gibi, ya da özgürlüğe atmak istermiş gibiydi. Parmak uçlarımın kanı çekilmiş ve buz gibi olmuştu. Ayak parmaklarıma kadar kısık bir titremeye esir düştüm. İşte hayatımı değiştirecek o bir kaç saniye.
"Merhaba Esir. Ben ABD Kalifornia eyaleti elçisi David Foreb. Seninle tanışmak bir onur."
Bana elini uzatan orta yaşlardaki sarışın adamı yutkunarak dinledim. Uzattığı eli tutmak istesem de bir karşı cinse temas etmek istemiyordum. Özellikle iki gün önce iki adam tarafından zorla dokunulmaya çalışıldıktan sonda. Jack durumu anlamış gibi soğuk bir sesle David'e döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Dla nastolatków"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...