Bugün bir savaş başlattım. Kendi içimde. Bilmiyorlar ki dünya benim içimde. Ben kendime savaş açarsam dünya karışır. Ben kendime savaş açarsam dünya savaşa eğilir.
Uzun zaman sonra uzun uzun aynaya baktım. Günden güne bedenim çöküyordu. Ruhum çöküyordu. Ama benliğim, işte o hala ayaktaydı. Hem de dimdik. Ayakları üzerinde durmuş etrafa alayla bakıyordu. Çünkü bedenim siyah kuyuların dibinde esir, çünkü ruhum siyah kuyuların dibinde prangalı. Benliğim ise bu avuçların hemen içinde bir kalp misali atıyordu.
Ona o gün söyledim. Benliğim seni kolayca kendinden siler dedim. Sana ilk ve son kez bir seçenek sundum. Ve bir daha bir seçenek olmayı kabul etmeyeceğim dedim. Bana inandı. Ona yalan söylemezdim. Söylememiştim de. Çünkü bu doğruydu. Onu en son o gün gördüm. Bu son ışığından zerre bir şey kalmamış gözlerim heybetli bedenini o gün son kez gördü. Sonra ne mi oldu? Kayboluş. Benim adamımın kayıp oluşu. Tamamen kayıp oldu. Hiç kimse, hiç birimiz ondan tek haber alamadık. Babam bazen akşam yemeklerinde onun yerini dolduran Rana'ya gülümsüyor olsa da kendi oğlu gibi büyüttüğü adamı merak ediyor ve özlüyordu.
Arada ikizlere soruyordu ama ikisi de hiçbir şey bilmiyordu. Bu süreçte ikizlerin anne ve babalarının mahkemeleri için sayısız kez karakola çağırıldık. Mahkemelere çıktık. İfadeler verdik ve tanık olduk. Hapishane, pişmişler, askerler , gardiyanlar ve tutuklular. Sanırım hayatım boyunca bundan yakamı silkemezdim. Bir hapishanede doğdum ve yüzlerce hapishane içinde büyüdüm.
Evde yalnız başına kalan babam ve Rana ummadığım kadar yakınlaşmışlardı. Babam onu ikinci bir kızı olarak görüyor her fırsatta dile getiriyordu. Keza Rana da babama saygı duyuyor ve seviyordu. Füsun ve Turgut hapsi boylamışlardı. Adam kaçırma, ki reşit olmayan bir kız, cinayete teşebbüs en büyük suçları olsa da diğer suçlardan da yargılanarak cezaevine girdiler. Mutluydum bu konuda. Üzüntüleri bana zevk verecekti. Dadısı ile yakalanan Ali eve geri getirilmişti. Bu sefer onu kandırmak yerine annesinin ve babasının her halini sakince anlatmış, onu kaçırmak için para alan dadısını ise polise teslim etmiştik. Ali yaşından çok daha olgun davranarak ağabilerine sığınmıştı.
Rana ise uzun doktor tedavileri sonucunda kırık parmağı tedavi edildi, bedenindeki yaralar da. Ruhunu ise ben tedavi ediyordum. Zaman alacaktı ama imkansız değildi. Sürekli onu gözetleyip bana soran Efe ise beni hergün sinirlendiriyor olsa da bu olaydan daha büyük şeyler vardı. Ve bunlar odak noktamdı.
Bir kaosun içinde birbirimize tutunmuştuk. Bir şeyleri yerine oturtmaya çalışıyordum. On dokuzuncu yaş günüme sadece üç gün kalmıştı. Kışın ilk haftası soğuk bir zeminde doğmuştum. On dokuzuncu yaş günüme üç gün kala herşeyi yerine oturtmak için yalnız başına mücadele ediyordum.
Taki bu sabah kadar. Sabah kahvaltıdan sonra odama döndüğüm vakit yatağım üzerindeki beyaz zarf herşeyi alt üst etmişti. Evdeki hizmetlilerden biri koymuş olmalıydı. Hangisi zerre fikrim yoktu. Ama içinde açık bir telefon numarası ve küçük bir de imza vardı.
E.A.
Tıpkı şey gibi değil mi? Esir Alkan.
Ama değildi işte. Tanımıştım.
Ecmel Alkan. Sanki bu soyada cok yakışıyormuş gibi utanmadan isminin yanında taşıyordu. Şimdi onu arayıp aramamam konusunda ne yapacağımı bilmiyordum. Ya da başka birine söylemeli miydim emin değildim. Öylece uzun uzun aynaya baktım. Saçlarım daha da uzamıştı tam olarak dizlerime gelmek üzereydi. Yüzüm solgun ve çöküktü. Göz altlarım siyah halkaları ilk defa misafir ederken dudaklarım kuruydu. Bedenim ise daha da zayıflamıştı. Derin bir iç çekerek alnımı aynaya yasladım. Verdiğim nefesler aynada buğu yapıyordu. Avucumu ve kirli tırnaklarımı aynanın yüzeyine dayayarak beynimi toparladım. Sonra alnımı geri çekip tekrar gözlerime baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Dla nastolatków"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...