Günahkar bir hayatta, günahsız bir yaşam sürmeye çalışmak kadar zor bir şey yoktur. Hayatın günahkardır. Ama asıl günahsız olan sensindir. Çünkü kader sana günahkar bir hayat layık görmesine rağmen ruhun günahsız kalmayı tercih ederdi.
Ta'ki bir gün şeytan karşına geçip sinsi bir gülümseme eşliğinde sana açık kapı bırakmayana kadar. Öyle bir çukurun içine batmışsındır ki, tanrı dahil seni unuttu sanırsın. Öyle çaresiz kalırsın ki, pençelerini uzatan şeytan tek çıkış yolun gibi görünür.
Ve o pençelere tutunursun. Hadi artık kendinden nefret et. Şeytan kadar günahkârsın. Ve artık şeytan kadar yanlızsın.
Burun deliklerime çalan ağır bir koku, kulaklarımda yankı yapan farklı sesler vardı. Ciğerlerim arınmış gibi hassas hissediyordum çünkü her nefes alışımda sızlamaya yüz tutmuş gibiydi. Tıpkı sersemlemiş gibi beynimi toparlayamıyor, ne yapmam gerektiğini çözemiyordum. Aklımda dolaşan serzenişte yankılar vardı. Uçsuz ve bucaksız bir karanlıkta haps olmuş gibi hissediyordum. Neydi ki bu karanlığın hakimi?
Hareket etmeye çalıştığımda harekete geçirdiğim tek şey baş parmağım olmuştu. Ses hala kulaklarımda çınlıyordu. Tıpkı, tıpkı kalp atışları gibiydi. Tıpkı Léni'nin eski saatinden çıkan tiktak sesleri gibiydi. Yavaş ve düzenli bir tempoda yankı yapan bir ses.
Gözlerimi açmam gerktiğini fark ettiğimde birer perde gibi görüşümü kapatan göz bebeklerimi harekete geçirmek adına kendimi zorladım. Ama anca bir kaç deneme sonrasında göz kapaklarım aralanmaya başlamıştı. Canım acıyor muydu bilmiyordum çünkü şuanda hissettiğim neredeyse hiçbir şey yoktu. Hissiz ve boş bir kutu gibiydi içim.
Endişe, acı, korku ya da bir başka duygu. Hiç biri yoktu. Sadece bir hiçlik. Kirpiklerim aralandığında ve göz kapaklarım göz bebeklerimi serbest bıraktığında görüş açıma giren ilk şey bembeyaz bir tavan olmuştu. Kaşlarımı çatmak istedim ama bunu bile yapamadan vazgeçtim.
Hala sesleri duyuyor ve o ağır kokuyu alıyordum. Bilmiyorum kaç dakika sonra başımı ağır bir şekilde çevirdim ve etrafıma baktım. Küçük ama ferah bir odada olduğumu anlamam için kısa bir süre etrafa bakmam gerekmişti. Sonuna kadar açık camdan içeriye sızan hoş bir meltem hissettim. Tenimi okşuyor, sanki kendime gelmemi istermiş gibi öpücükler bırakıyordu. Dışardan gelen hava da hiçbir taktirde koku yoktu. Sadece ılık ve hoş bir meltem. Saç tiplerimdeki hafif nem soğumaya yüz tutmuş gibi ürpertmişti tenimi.
Hemen yan tarafta duran küçük bir masanın üzerinde duran yığınla çiçeğin kokusunu neden almadığımı sonradan düşünecektim. Ve hepsinin neden mor olduğunu da. Ama camdan içeriye sızan meltemin küçük dokunuşu ile sallanan mor çiçekler arasında yere usulca süzülen küçük bir yaprağa gözüm takıldığında öylece boş boş baktım. Nerde olduğumu bilmiyordum. Neden beyaz çarşaflar içinde bir yatakta uzandığımı, herkesin nerde olduğunu, hiçbir şey bilmiyordum. Hem de hiçbir şey.
Ama ne bir endişe ne de bir koktu hissedememem beni daha fazla düşünmeye itmişti. Bu tuhaftı..
Ağır bir şekilde dilimi kurumuş dudaklarım üzerinde hareket ettirdim. Ama bunu yaparken bile sanki çok efor harcamış gibi yorulmuştum. En son ne olduğunu düşünmeye ittim kendimi. Silah seseri, çığlıklar ve ölümler. Kan kokusu, acı, keder. Herşey vardı. Ama bunların hepsi bölük pörçük ve anlaşılmaz derecede karmaşık bir şekilde zihnime akın ediyordu.
Tekrar başımı çevirip önümdeki bej rengi pürüzsüz duvara asılmış gri çerçeveli saate baktım. Saat öğlendi. Tam on iki.
Camdan dışarıya baktığımda ise gördüğüm tek şey masmavi bir gökyüzü olmuştu. Tek bir bulut olmaksızın parlayan mavi bir gökyüzü. Çok sonra aralanan kapının küçük sesi ile başımı yavaşça kapıya çevirdim. Açık kahverengi ahşap kapı yavaşça aralandı. Kimin girmesini bekliyordum bilmiyorum. Birini bekliyormuş gibi hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAM+18 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Şimdi, burda seni öpersem bana karşı çıkar mısın deam morte?" Deam morte, ölüm tanrıçası.. Kalbim tekledi. İçimde binlerce feryat yükseldi. Onun kucağında bir kedi misali, hayır tanrım bir çocuk misali tünemişken tıpkı bana yakıştığı gibi ölüme...