18. Part

847 76 62
                                    

    "Biliyor musun haklıymışsın! O gece çatıda seni üzerim falan dediğinde sana inanmamıştım." 

    "Win ben özü-" 

    "Lütfen beni daha fazla konuşup da incitmeyelim birbirimizi. Asıl üzüldüğüm konu ne biliyor musun? Keşke benim sana anlatmamı bekleseydin. Bana zaman verseydin. Ben senin geçmişini deli gibi merak ederken bile bunu sana asla yapmazdım. Bana anlatmanı beklerdim. Hatta anlatmasan bile seni anlayışla karşılardım."

    İkimizde sustuk, bir şey diyemiyorduk. Önümde duran yemekleri bulanık görmeye başlamıştım. Gözlerim dolmuştu belli ki ama ağlayamazdım şu an. Bu kadar güçsüz olamazdım. Tüm iştahım kaçmış yemek bile yiyesim yoktu tek istediğim bir an önce bu konudan uzaklaşmaktı.

    "Ben yemek yemeyeceğim eve gidip üstümü değiştiririm sen emniyete geç orada görüşürüz."

    "Win ben bırakayım seni beraber gideriz sonra."

    "Yok yeterince geç kaldık zaten işe, bir de sen oyalanma benim yüzümden. Şef Joss yine paylamasın bizi. Sen izah edersin durumu."

    Yalnız kalmak istiyordum. Düşünmek ve bu durumu sindirmek istiyordum. Aşık olduğum adama kızgınlığımın bitmesini istiyordum. Masadan kalkıp hafif ama samimi olmayan bir gülüş gönderdim karşımdaki kaygılı adama. Restorandan çıkınca temiz havayı ciğerlerime çektim, gözyaşlarımı eve kadar saklamalıydım.

~

    Elimdeki çantada Namtan'ın Bright'a hediye ettiği sweat vardı. Üzerime elime ilk geçen şeyi giymiştim ne olduğuna bile bakmamıştım doğru dürüst. Emniyete girerken tüm gerginliğimi dışarıda bırakmaya çalıştım, ona kızgın kalmak istemiyordum. Ona kızamayacak kadar çok aşıktım çünkü.

    Çalışma masama vardığımda Temp ile karşılaştım harıl harıl çalışıyordu yine geldiğimi fark bile etmemişti.

    "Kolay gelsin."

    "Ooo sağol hoş geldin. Bright senden önce gelince ne oluyor acaba dedim."

    "Onu gördün mü şimdi nerede biliyor musun?"

    "Birileri geldi yanına ofisindedir herhalde. Hayırdır bir sıkıntı mı var?"

    "Yok bir şey işine devam et sen. Ben bir ona bakınayım madem." deyip eşyalarımı masama bıraktım bir tek malum çantayı aldım yanıma Bright'a geri vermek için. Ofisine kapıyı çalmadan girmiştim, gerek duymadım buna. Girmemle beraber yanında iki tane adam olduğunu gördüm. Silahları vardı üzerlerinde belli ki onlar da polisti. Burada ne işleri vardı acaba?

    "Hah geldin mi? Hoş geldin. Gel seni arkadaşlarımla tanıştırayım." beni görünce gözlerinin içi parlamıştı eşeğin. Ah ona karşı içimde neler yaşadığımı keşke ifade edebilseydim. Yerinden kalkıp beni karşılamıştı.

    "Bunlar Mike ve Gun ikisi de narkotik şubedeler. Çok eskiden beri tanırız birbirimizi." 

    "Sen de Win olmalısın. Adını duymuştuk. Bright'ın ortağısın. Doğrusu Bright'a bu kadar katlanabilen biri olarak bayağı meşhur oldun tüm emniyette." dedi sakallı olan. İkisi de gülüşmeye başladılar. Önyargılarımı Bright'tan sonra bırakmaya karar vermiştim ama bu adamlar bana laubali gelmişti. Neyse yine de sıcak kanlıydılar hiç yoksa, benim gerzek gibi somurtkan değillerdi.

    "Memnun oldum. Bright'ın arkadaşları olabileceğini hiç düşünmemiştim açıkcası. Siz de iyi katlanmışsınız bunca zamandır ona." Bright da gülümsemişti bu söylediklerime. Gülüşünü seviyorum bu adamın.

The Officer || BrightWin✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin