21. Part

756 67 79
                                    

Bright

~

    "Win ne olur aç gözünü. Yalvarırım Win. Yapma bunu bana yapma lütfen aç gözünü."

    Onu öyle kanlar içinde görünce bütün dünyam yıkıldı sanki. Nefes alamadım. Yaşam kaynağım yaşam savaşı veriyor şimdi ameliyathanede. Soğuk hastanenin ilaç kokulu mide bulandırıcı atmosferi daha da içime işliyor, titrememe neden oluyordu.

    Ambulansla gelirken bir an bile elini bırakmamıştım onun. Tüm yol boyu gözlerini bir kez bile açmamıştı. Ağlamalarımı duyup uyanması gerekiyordu halbuki. Bana dayanamazdı o. Bana söylediği son şey "ağlama" olmuştu. O güzel dudaklarından son kez "seni seviyorum"u duymuştum. Ben ona söylediğimdeyse o bunu duymamıştı bile.

    Çok kan kaybettiğini söylüyorlardı doktorlar, "Nabzı çok düşük acil ameliyathaneyi hazırlayın. Takviye kana ihtiyacımız var." Ben vermek istemiştim, damarlarımdaki tüm kanı alın yeter ki onu iyileştirin. Eğer o iyi olmazsa ben de yaşayamam zaten.

    Ellerime kanı bulaşmıştı, yıkamak istemedim. Ondan bir parça tenimde kalsın istedim. Yokluğunda bana deva olan kanına karşılık benim kanım ona şifa olmamıştı. Uyuşmuyormuş meğerse kan gruplarımız. Oysaki bu doktorlar ne bilirdi ki benim damarlarımda dolaşan her hücrede yalnız o var.

    Çok korkuyorum, tüm iliklerime kadar korktuğumu hissediyorum. Böyle durumlarda kalmış insanlar ilk kendilerini düşünür değil mi? "Ona bir şey olursa ben ne yaparım?" diye. Gerçekten öyleymiş eğer Win'e bir şey olursa ben nasıl devam edebilirim ki? O bana hiç yaşamadığım duygular verdi, daha önce hiç tatmadığım bir mutluluk yaşattı. Eğer şimdi giderse ben nasıl yaşamaya devam edebilirim ki? Onsuz nasıl yaşıyormuşum ben daha önce?

    Ne kadar bencilce değil mi? Sevdiğim adam içeride ölümle burun buruna ve ben onsuz bir hayatı nasıl yaşarım diye düşünüp duruyorum burada. En büyük kabusumla burun burunayım bu kasvetli ameliyathanenin önünde beklerken. O kadar çok ağladım ki artık dökecek gözyaşım bile kalmamıştı. Onun için bunu bile yapamıyordum sadece çaresizce bekliyordum kapısının önünde.

    "Nerede o? Ne oldu?" koşar adım bana doğru gelen Jirakit'in sesiydi bu. Başımı kaldırıp başucumda sorgulayan gözlerle bakan Jira'ya ve Mike'a baktım. Ağzımı açıp tek kelime edemedim. Ne diyecektim ki zaten her şey ortadaydı.

    "Sana soruyorum cevap versene. Ne oldu ona?" yakamdan tutup oturduğum yerden hızla kaldırdı beni. Ellerinde bir çöp poşeti misali sallanıp duruyordum. Ne kadar zavallı ve güçsüz bir adamım ben.

    "Onu koruyacağına, incitmeyeceğine söz vermiştin. Neden bu halde o zaman? Bana cevap ver." ağlamaya başlamıştı. Dedikleri çok doğruydu, hiçbir şey yapamamıştım onu korumak için. Şu an bu durumdaysa hepsi benim yüzümden. Keşke onun yerinde ben olsaydım.

    "Sakin ol onun bir suçu yok." diyerek kendinden tarafa çekmişti Mike, beni Jira'nın ellerinden kurtarıp. Jira Mike'ın omzunda ağlarken ben yine kendimi oturduğum yere atmıştım yığılırcasına.

    Bir süre sonra haber verdiğim herkes yavaş yavaş gelmeye başladı. Amir Aof, Şef Joss, Temp, diğer tüm Win'i sevenler... Amir Aof sinirle soluyordu.

    "Neden oraya tek başına gitti ki? Neden bize haber vermedi ah Win ah!"

    Belli etmeseler de biliyordum, herkes beni suçluyordu, tıpkı benim kendimi suçladığım gibi. O kadar çaresiz kalmıştım ki kafamı kaldırıp kimsenin yüzüne bile bakamıyordum.

The Officer || BrightWin✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin