Win
~
Acıyan gözlerimi zorlukla aralamıştım, vuran ışık daha da acıtmıştı. Beyaz keskin ışığa alışınca nerede olduğumu sorgulamaya başladım. Hatırlamıyordum hiçbir şeyi. Ne olmuştu, neredeydim ben?
Yattığım yerden etrafa göz gezdirdim. Bir hastane odasında uyanmıştım, demek ki ölmemişim, kefeni yırttık desene. İşte oradaydı, koltuğun kenarında sızıp kalmış hayatımın anlamı olan adam, gözlerimi açıp da görmek isteyeceğim tek kişi oradaydı. Daha net görebilmek için doğrulmak istedim. Karnımda keskin bir acı hissettim.
"Ahh!"
Sesimi duyar duymaz hemen uyanmıştı sevgilim. Yarı uyku sersemi yarı korkulu bakışlarını bana sabitledi. Koşar adım gelip oturuverdi yanıbaşıma.
"Sonunda uyandın uykucu. Dur canını yakacaksın. Ben yardım edeyim." gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamaktan mı yoksa uykusuzluktan mı? Gözlerimin içine bakmıyor, bakışlarını kaçırıyordu benden, yatağımın otomatik düğmesine basıp yukarı doğru kalkmasını sağlarken. İşte şimdi daha iyiydim, onu daha net görebilecek bir hizadaydım.
"Özür dilerim." hala bakmıyordu bana.
"Bana yaşattığın tüm bu korkuları tek bir özürle affedeceğimi mi sanıyorsun?" gözleri dolu doluydu. İçim parçalandı bu haline. Ona bunu yaşatmak istememiştim. Üzülmesini, ağlamasını hele de benim için böyle hissetmesini asla istemezdim. Güçlü olup ona da moral vermeliydim. Kendimi affettirmeliydim ona.
"Özür dilerim çünkü o adamın kaçmasına sebep oldum. Yakalayamadım."
Gözleri kızgınlıkla buluştu gözlerimle. Kızarmış gözlerinde öfke vardı bana karşı.
"Sen ciddi misin gerçekten? Şu an düşündüğün şey bu mu? Ölümden döndün Win. Ölümün eşiğinden döndüm ben dün gece senin haberi var mı? Şimdi gelmiş bana bunları mı söylüyorsun?" sesi titremişti tüm bunları söylerken. Onu rahatlatmak isterken daha da canını yakmıştım belli ki. En iyisi patavatsız çenemi kapatmaktı.
Yalvaran kedi bakışlarımı üzerinde kullandım beni affetmesi için. Tatlı gülüşüme bile tav olmuyordu ciddi herif.
"Tamam bunları sonra konuşuruz. Şimdi iyisin, hayattasın ya bu bana yeter sevdiğim." soğuk dudaklarıma sıcacık bir öpücük kondurmuştu.
"Beni beklemeni söylemiştim oysaki."
"Seni dinlemiyordum o sırada."
"Pislik." ikimizde gülmeye başlamıştık. Ah canım yine acımıştı. Telaşlanmıştı karşımdaki korkusuz sandığım adam ben acıyla kıvranırken.
"Çok korkuttum seni değil mi? Özür dilerim gerçekten bir daha böyle bir şey yapmayacağım. Söz veriyorum." serçe parmağımı uzattım tekrardan barış imzalamak için. Yine her zamanki gibi parmağımı tutarak yüzünü yüzüme dayadı.
"Zaten böyle bir şeye kalkışırsan bu sefer seni ben öldürürüm. Kurtuluşun da olmaz emin ol." en güzel gülümsemesini vermişti bana. Dudaklarına yapıştım hemen. Ya bir daha asla onu öpemeseydim, yüzünü bile göremeseydim. Bu korkunun verdiği duyguyla daha da çok öptüm onu. Nefesi nefesim oluyordu, beni hayata bağlıyordu. Tıpkı benim nefesimin ona nefes olması gibi...
Bir anda bir patırtı duyduk, telaşla birbirimizden ayrılıp sesin geldiği yöne baktık. Karşımızda dikilmiş vaziyette duran, şaşkın gözlerle bize bakan bir adet Temp gerzeği ve yanında elinde kahve bardağı tutan canım arkadaşım Jirakit. Temp gördüğü manzara karşısında elindeki kahveleri yere düşürmüş hala şok içerisinde bize bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Officer || BrightWin✔️
FanfictionBright ve Win birbirlerinden nefret eden iki polis memurudur. Bir gizli görev için birlikte çalışmaları istenirse ne olur? Birbirlerinden nefret ederken nasıl çalışabileceklerdir? Yoksa nefretleri zamanla yerini başka duygulara mı bırakacak? Kapak...