Şakağından akan kanlar yüzünü boydan boya kaplamıştı. Sıcak kanın yanağından süzülüşünü hissedebiliyordu. Halsizleşen bedeni, son bir gayretle direnmeye devam ediyordu. Şimdi pes etmek istemiyordu Bright. Win, buraya gelmek üzereydi ve onu bu duruma o sokmuştu. Ona zarar gelmesine izin vermemeliydi.
Bright'ın bakışları depoyu taradı. Genel olarak boş olan alanda bir iki sandalye, masa ve bir kaç da yığılı boş tahta kasalar vardı. Adamlarından ikisini Win'i almaya gönderen Sakrah'ın sırtı Bright'a dönük bir vaziyette sigarasını keyifle tüttürüyordu. Görmese de yüzünde yapacaklarına dair keyif almış bir gülümsemenin yerleştiğini tahmin edebiliyordu Bright.
"Adamlar polis. Başımıza bela aldık." Sakrah'ın yanındaki ufak tefek adam, korkuyla karışık tedirgin bir halde kıvrandı.
"O kadar korkuyorsan ananın koynuna geri dön. Patron özellikle istedi ikisini. Bizzat görüşecek bu iki aşıkla." son sözlerini Bright'a dönerek söylemişti. Tahmin ettiği gibi pis bir sırıtış kaplamıştı yüzünü. Nikotinden dolayı sararmış dişlerini Bright'a göstere göstere gülümsemeye devam etti adam. Hepsini döküp ellerine saymak istedi Bright o an. Yerinden sinirle kıpırdanınca ellerindeki ipler daha da gerilerek canını yaktı.
Öfkeyle hareket etmenin zamanı değildi, buradan kurtulmanın bir yolunu bulmak için sakin bir şekilde düşünüp plan yapmalıydı. O an, daha önce nasıl fark edemediğini düşündüğü şeyi gördü masanın üstünde. Sakrah ona işkence etmek için bir çok alet edevat koymuştu masaya. İçlerinden belki biri işe yarardı.
Sakrah'la birlikte depoda iki adam daha vardı. Eğer doğru hareket ederse bu işten sıyrılabilirdi Bright.
"Hey!" diye seslendi yüksek sesle.
Sakrah elindeki sigarayı yere atarak yüzü kanlar içinde kalmış tutsağına döndü.
"Canın dayak mı istiyor? Biraz daha beklemen lazım. Sevgilin gelsin ikinizi birden halledeceğim merak etme sen."
"Şunu merak ediyorum, hep mi bu kadar çirkindin yoksa ben senin ağzını yüzünü dağıtınca mı çirkinleştin?" Onu kışkırtmaya çalışıyordu ve adamın gerilen yüzünden anladığı kadarıyla da işe yarıyordu.
"Senin..." diyerek zaten geçmişin kuyruk acısını hala üzerinde taşıyan adam, üzerine doğru yürüdüğü anda diğer ufak adam onu durdurmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Sakrah Bright'ın yakasından tuttuğu gibi havaya kaldırarak "Siktiğimin çoçuğu" diyerek sert bir yumruk attı. Yumruğun savurduğu bedeni ters istikamete doğru giden Bright, önce acıyla yüzünü buruşturup, öksürdü sonra da yaptığı şeye devam ederek "O gün seni iyi benzetmişim desene, hala yüzün toparlanamamış." dedi ukalaca.
Yemi yutan adam tekrar yapıştı Bright'ın boynuna. Bu kez yumruk atmak yerine kafasını geçirdi burnunun tam üstüne. Öyle bir canı acıdı ki Bright'ın, istemsizce acısını belli etti ahlayarak. Akan kanın metal kokusu burnunu yakarken başı da dönmeye başlıyordu. Acıyan canı yüzünden planını bile unutmuştu. Saniyeler sonra fark etti, masanın üstüne doğru fırlatıldığını. Adam tekrar üstüne doğru gelirken, diğer adamın araya girip onu durdurması işine yaradı. Bir darbeyi daha kaldıramazdı kalın kafası.
Karşısındaki adamlar birbirleriyle cebelleşirken, o da bağlı elleriyle önüne ilk gelen şeyi kapıp üzerinde saklamaya başladı.
"Dur onu öldüreceksin." diyordu tıfıl adam.
"Zaten niyetimiz bu değil mi? Onları öldürmeyecek miyiz? Ha şimdi ha sonra ne fark eder?" Sakrah sinirlerine hakim olamıyordu belli ki, adamının elinden kurtulup Bright'ı öldürmek için yanıp tutuşuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Officer || BrightWin✔️
FanfictionBright ve Win birbirlerinden nefret eden iki polis memurudur. Bir gizli görev için birlikte çalışmaları istenirse ne olur? Birbirlerinden nefret ederken nasıl çalışabileceklerdir? Yoksa nefretleri zamanla yerini başka duygulara mı bırakacak? Kapak...