"Beni Bir Sen Anlardın, Onu da Anlamak İstemedin."
*
Bright'ın kahverengi gözleri korkuyla titredi karşısındaki adama bakarken. Sakindi Win, olması gerektiğinden de fazla sakin. Bunu normal bulmuyordu.
Ona nasıl soracağından emin değilmiş gibi bir an duraksadıktan sonra, "Bu gece biri öldürüldü Win." diye mırıldandı getirildiği hastane yatağında otururken.
"Onu sen öldürdün."
Gerçekle henüz yüzleşme cesareti gösteremeyen Win, tokat misali yüzüne çarpan bu cümleyle olduğu yerde buz kesti. Birini öldürmüştü, bir suçluyu... Babasını yıllar önce gözlerinin önünde öldüren adamı. Aynısını Bright'a da yapacağı sırada çekmişti tetiği.
Pişman mıydı? Korkuyor muydu? Hayır, hiçbiri. Neden bir şey hissetmiyordu?
"Yapılması gerekeni yaptım." dedi ifadeden yoksun bir yüzle.
"Yapılması gerektiği için mi? Yoksa yapmak istediğin için mi?"
"Ne ima ediyorsun sen Bright? Saçma saçma konuşma da hemşire işini yapsın."
Bright'ın konuşmasını kesip, pansuman için kapıda bekleyen hemşireye bakış attı. Kadın, içeri girip elindeki gazlı bez ve ilaçlı sularla Bright'ın yüzündeki yaralara pansuman yaptı. Yaralarının verdiği acıyla hafifçe inleyen Bright'ı gördükçe Win'in de canı acıyormuşçasına yüzü buruşuruyordu.
"Kafasına çok vurmuşlar belli ki. Hasar kalır mı sizce? Öncekinden ne kadar daha geri zekâlı olur mesela?" diye sordu hala pansuman yapmakta olan hemşireye.
Kadının hafif kıkrıtısına karşılık Win de gülmekten alıkoyamadı kendini. O an göz göze geldiği Bright'ın gözlerindeki şaşırmış ifadeyi görünce anında silindi yüzünden gülümsemesi. Berbat bir gün geçirmişlerdi ve bu hastane odası gülünecek son yerdi.
"İşte bitti. Geçmiş olsun." dedi kadın son yara bandını da Bright'ın alnındaki kesiğin üzerine yapıştırırken.
Hemşire çıkana kadar ikisi de sessizce bekledi. Odada yine yalnız kalmışlardı. Win yavaşça sokulup Bright'ın yanındaki boşluğa oturarak tam karşısına yerleşti.
"Çok canın acıyor mu?" diye sordu endişeli gözlerle onu süzerken. Kırık burnu, yüzündeki şişlik ve morluklar aslında sorusuna cevap veriyordu ama yine de Win sormak zorundaydı.
"Çok." dedi Bright gözlerini bir an bile ondan ayırmayarak. Yüzünde gezdiriyordu gözlerini, bir şey arıyormuşçasına sanki. Canı acıyormuş gibi bakıyordu ona.
"İyi. O zaman daha fazla acımasını sağlamalıyım ben de."
Elini sertçe yüzüne bastırarak canını yaktı ve bundan da keyif aldı.
"Ahh, ne yapıyorsun?" dedi Bright yaralarını ovalarken.
"Geber emi piç herif! Daha bunlar iyi günlerin, buradan çıkınca sana cehennemi yaşatacağım."
Bu hesaplaşmanın sonu kötü olacaktı. Tek bir galip vardı ve Win, Bright'a gözleriyle bunun garantisini verir gibi bakıyordu.
Ölüm gibi geçen dakikaları odaya giren ekip arkadaşları böldü.
"Seni iyi gördüm koca oğlan. Yine kefeni yırtmışsın." diye dalga geçti Şef Joss kapıdan girer girmez. Arkasından giren Amir Aof, Sert duruşunu bozmadan, Win'inki kadar olmasa da ölümcül bakışlarını Bright'ın üzerinden çekmiyordu. Arada bir Win'e de aynı bakışları göndermeden duramadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Officer || BrightWin✔️
FanficBright ve Win birbirlerinden nefret eden iki polis memurudur. Bir gizli görev için birlikte çalışmaları istenirse ne olur? Birbirlerinden nefret ederken nasıl çalışabileceklerdir? Yoksa nefretleri zamanla yerini başka duygulara mı bırakacak? Kapak...