36. Bölüm

3.6K 170 28
                                    

Medya; Beran Kotan

"Ercan ben bir süre dinleneceğim odama kimseyi alma." dediğimde kafa sallayarak onayladı beni asistanım. 

Odama girdiğimde masamın karşısındaki koltuğa uzanıp gözlerimi kapattım. Yaptığımız işlerden birinde sorun çıkmıştı ve bir haftadan fazla süredir onunla uğraşıyordum. Neyse ki bugün itibariyle sorun falan kalmamıştı. Böyle tempolara normalde alışıktım ancak son zamanlarda gerçekten çok kolay yoruluyordum. 

Kapım çalınmadan açılınca yerimde doğrulup kimin geldiğine baktım. Birkaç tane adam içeri girdiler. Kaşlarım çatılırken ayağa kalktım. İçlerinden bir tanesi başına silah dayadığı Ercan'la beraber içeri girdi ve kapıyı arkasından kapattı. 

"Sonunda sizi yalnız yakalayabildik Anka Hanım." En öndeki adam alayla sırıtarak masamın önündeki tekli koltuğa oturdu ve bir ayağını diğer bacağına attıktan sonra arkasına yaslanıp alayla beni izledi.

"Dur tahmin edeyim, Kronos'un selamı var?" Ben de ona aynı alayla bakıp kendi sandalyeme oturdum ve bir bacağımı diğerinin üzerine atarken karşımdaki adama çaktırmadan telefonumun kapatma düğmesine üç kere bastım. Tek başımaydım ve sadece odada olanlar beş kişiydi. Eğer salak değillerse dışarıda da adam bırakmış olmalılardı. Gördüğüm kadarıyla hepsinde de silah vardı ve bir tanesi asistanımı rehin almıştı. Bu sorun ettiğim bir şey değildi çünkü Ercan sıradan bir asistan değildi ki kendisi de bana sorun olmadığı göstermişti yüz ifadeleriyle. İstese şu an adamdan kurtulabilirdi.

"Zeki kız. Ama bu sefer sadece selam söylemiyor. Seni de yanına çağırıyor." dediğinde güldüm. "Bir de ayağına mı gideceğim beyefendinin?" dediğimde karşımdaki adam da güldü.

"Asistanının beynini dağıtmamızı istemiyorsan evet, geleceksin." dediğinde birkaç saniye durup hepsini süzdüm.

"Bunların başları sen misin?" dediğimde kaşları çatıldı. "Başımızın kim olduğunu biliyorsun." diye huysuzca yanıtladığında tepkisizce izledim onu. "Kronos'un işleyiş planını biliyorum. Sizi birkaç gruba ayırdı ve her gruba birer lider verdi. Bu liderlerden biri yakın bir tanıdığım oluyor da oradan biliyorum." derken gıcıkça gülmüştüm. Sinirle dişlerini sıktı. "Senin o şerefsiz abin bizi hemen ispiyonladı değil mi?"

"Ne yapacaktı? Ondan hayatını çalan adama sadık mı kalacaktı hala?" Yerimde doğrulup kafamı ona doğru yaklaştırdım. "Biliyor musun sana acıyorum. Sana hiçbir faydası olmayacak bir adam için kendini harcıyorsun. Neden yapıyorsun peki bunu? Ne vaatlerle kandırdı seni?" dediğimde dişlerini sıkıp bacağını indirdi ve o da kafasını bana yaklaştırdı.

"Her şeyi bildiğini zannediyorsun değil mi? Bir bok bildiğin yok. O adama hayatımı borçluyum ben, gerekirse ölürüm de onun için." dediğinde alayla güldüm. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. Bir insanı kendine bağlamanın hem en kolay hem de en sağlam yoluydu minnet duydurmak.

Keyifle arkama yaslandım. "Fillerin nasıl evcilleştirildiğini biliyor musun?" dediğimde kaşları çatıldı ve garip bir ifadeyle bana bakmaya başladı.

"Ne saçmalıyorsun sen?" 

"Fillerin her zaman kullandığı yollara içine düşebilecekleri kadar büyük çukurlar açarlarmış. Yavru filler oraya düştüklerinde ne kadar çabalasalar da çıkamazlarmış o çukurdan." Kafamı yana eğip dudak büzdüm. "Zavallı yavru filler tam çaresizliğe kapıldıklarında yüzleri de kapalı olacak şekilde baştan aşağı siyah giyinen insanlar ellerinde sopalarla döverlermiş filleri. Eziyet ederlermiş bildiğin."

"Ne anlatıyorsun sen kızım?" dediğinde kafamı kaldırıp adama baktım tekrar. "Aa dur devamını anlatacağım daha. Daha sonra yine aynı kişiler bu sefer baştan aşağı beyaz giyinerek ellerinde yiyeceklerle gelip şefkatle yaralarını sararlarmış fillerin. Böylece kendilerini kurtarıcı olarak gösterip fillerin kendilerine minnet duymalarını sağlar ve istedikleri gibi yönetebilirlermiş." Adamın çatılan kaşlarına bakıp sırıttım.

Düşmedim Daha +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin