Derin bir nefes alıp, birkaç düğmesini açtığı gömleğinin manşetlerini kıvırışını izledim. Onun için şuan sadece tek bir tanım kullanabilirdim: nefes kesici... Koyu yeşil gözlerini bir an olsun önündeki dosyalardan ayırmıyordu. Bu benim lehime bir durumdu, zira beni bulsa nasıl bir açıklama yapardım hiç bilmiyordum. Beni bulması demek hem benim hem de Hacer Teyze'nin sonu demekti...Sıkıntıyla ellerini başının arasına alıp içlerine birkaç tel beyaz peyda olmuş, koyu kahverengi saçlarını karıştırdı. Ne yapacağını bilmediği her halinden belli oluyordu. Önündeki dosyalara ve bilgisayarından arkadaki kocaman aynaya yansıyan görüntüye bakılırsa da işle ilgiliydi. Gömleğinin bir düğmesini daha açınca altın-bronz teninin çoğu gözler önüne serildi. Baklavaları da oldukça belirgin olduğuna göre spor salonunda yatıyordu herhalde.
Ne yaptığımın farkına varınca, başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Tabii bir de şu salyalarımı silmeliydim(!) Tanımadığım bir adamın çalışma odasındaki dolapta, elimde sarı bir bezle mahsur kalmıştım. Üstelik o gelene ve kendimi bu dolabın içine atana kadar toz almakta olduğumdan, elimdeki bez de leş gibiydi. Bezin üzerindeki tozlar zaten beni birkaç dakika daha götürecek kadar oksijen olan bu dar alanda uçuşuyor, hapşırmam için elinden geleni yapıyordu.
Tam düşüncelerimin içinde kaybolmuşken, ismini bilmediğimin adamın -şimdilik takma isim olarak Yunan büsü diyelim- sandalyesini bir hışımla iterek, pardon fırlatarak, kalkmasıyla refleks olarak geri çekilmeye çalıştığım. İşte tam da o an elimdeki bezin de sallanmasıyla her yer iki katı tozla kaplanmış, bana hiç nefes alacak alan bırakmayarak hepsi burnuma doluşmuştu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan bir hapşırık kendini dışarı salıverdiğinde gözlerimi kapattım. Hapı yutmuştum. Muhtemelen şuan bizim mahallenin hocasını arayıp selamı vermesini istemeliydim. Ben de birazdan tahtalı köye doğru gidecektim nasılsa.
"Kim var orada?!"
Dolabın kapağı sertçe açıldı. Adam cidden yakından dev gibiydi. Bana şimdi bir tane vursa iki boyutlu bir şekilde duvara yapışırdım ve beni oradan kazımaları gerekirdi. Ecelimin karşında sertçe yutkundum.
"Sen kimsin? Çabuk çık şu dolaptan!" diye kükreyince dolaptan çıkmak için debelendim. Bu küçücük yerde oturmaktan ayaklarım uyuştuğu pek de başarılı olamadım tabii. Ayağa kalkar kalmaz sendeleyince Yunan büsü insafa gelip beni tutarak düşmemi engelledi.
"Nasıl girdin sen buraya?"
"Şey... Ben sen gel.. . Çok pardon siz gelince, resmi konuşmaya pek becerememişimdir hiçbir zaman, korkup bu dolaba girdim ama cidden ben..."
Açıklamamın devamını getiremeden elini 'dur' der gibi kaldırınca cümlemi yarıda kestim. Şey... Ben stres anında biraz saçmalardım da...
"Onu sormuyorum, geveze. Eve nasıl girdin?" dediğinde taytımın beline sıkıştırdığım anahtarı çıkartıp, ona doğru salladım. Neden bu taytlara cep yapmıyorlardı sanki?!
"Anahtarla girdim."
"Of, şimdi delireceğim! Kızım sen beni delirtmek için mi yapıyorsun yoksa gerçekten anlamıyor musun? Bu eve neden ve nasıl bu anahtarla girdin?"
Tam ağzımı açmıştım ki, lafımı kesti. Bu da insanı hiç konuşturmuyordu canım!
"Sakın anahtarı nasıl deliğe soktuğunu anlatma onu sormuyorum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ahenk
ChickLitUyarı: Yakınlaşma ve +18 bölümler içerir. Elleri yukarı doğru yol almaya başladığında nefesimi tuttuğumun farkında bile değildim. Acı yerini, tüm vücudumu saran bir karıncalanmaya bıraktığında dengemi kaybetmek üzereydim. Bacaklarım beni taşımak ist...