29. Bölüm - 1

1.1K 60 5
                                    

Merhaba herkese! Bölümü çok uzun yazdığım için ikiye bölerek paylaşacağım. İkinci kısmı da aynı gün yayınlayacağım, sizi bekletmek istemiyorum. Keyifli okumalar. Bu arada lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Unutmanız beni üzer. 




Uykumun en tatlı yerindeydim. Beni saran güçlü kolların sıcaklığıyla rüyalar aleminde hoş bir gezintiye çıkmıştım. Arkamdaki bedene biraz daha sokularak kokusunu içime çektim fakat farklı bir şeyler vardı. Arslan'ın alışık olduğum kokusuna hiç benzemiyordu. Ama ben dün gece Arslan ile uyuduğuma emindim. Başka biriyle uyuyacak halim yoktu ya! Belki de parfümünü değiştirmişti. Rutinlerinden çıkmak pek de onun yapacağı bir hareket olmasa da fazla üstünde durmadım. Başını boynuma gömdüğünde gülümseyerek sakallarının tenini gıdıklamasını bekledim ama teni pürüzsüzdü. Tıraş mı olmuştu? Ne ara?

"Günaydın."

Arkamdaki kişinin sesini duyduğumda dona kaldım. Az önce açılmamak için her yolu deneyen gözlerim birden fal taşı gibi açılınca yataktan fırladım. Sesin sahibini gördüğüm an tüm gücümle çığlığı bastım. Deliriyordum herhalde! Ya da halüsinasyon görüyordum!

"Senin ne işin var burada? Arslan'a ne yaptın?" Şimşek hızıyla, komodinin üzerinden gece lambasını kaptım. Bu bir kâbus olmalıydı. Evet, evet! Kesinlikle kabustu, başka açıklaması olmazdı! "Cevap versene, Cihan!"

Cihan şaşkın gözlerle bana bakıp, kaşlarını çatarken yataktan kalktı. Üzerinde sadece iç çamaşırı vardı! Düşüncelerimi tekrarlayarak sindirmeye çakıştım. Sadece iç çamaşırı... Tıpkı benim üzerimde hiçbir yerimi örtme konusunda başarılı olmayan ufacık, beyaz bir gecelik olduğu gibi... Boşta olan elimi, birbirine girmiş saçlarımdan geçirirken kafayı yemek üzereydim. Bu imkansızdı. Böyle bir şey olamazdı! Ben eve Arslan ile gelmiştim. Şirkete giderek ona sürpriz yapmıştım sonra güzel bir yemek yemiş ve kahve içmek için benim evime gelmiştik.

Ya deliriyordum ya da... Ya da Cihan beni oyuna getirmişti.

"Hayatım..." Bana doğru birkaç adım attığında bağırdım.

"Ne hayatı ya?! Sakın bir adım daha atma!" Elimdeki gece lambasını ona doğru salladım. Ne yaşıyordum ben?! Beni dinlemeyerek temkinli bir adım daha attı. "Yaklaşma, yemin ederim bu gece lambasını ayrılmaz bir parçan yaparım!"

"Tamam." İki elini teslim olur gibi havaya kaldırdığında ağlamak üzereydim. Böyle bir şey yapmış olamazdık değil mi? Ne olursa olsun... Bana ilaç vermesi, mükemmel bir oyun planlaması ya da şekil değiştirmesi önemli değildi. Böyle bir şeyi yapamazdım! Düşündükçe tüm vücudumdan ter boşalıyor, avuç içlerim alev alıyordu. Ve Cihan'ı hadım etmek istiyordum. "Neden bahsettiğini bilmiyorum. Arslan'ın kim olduğunu da bilmiyorum. Kabus mu gördün?"

Benimle dalga geçiyordu herhalde.

"Bak oyun oynamayı kes! Bana... Bana ilaç falan mı verdin? Arslan'a ne yaptın, nereye götürdün onu? Akşam buradaydı!"

Arslan'a kötü bir şey olma ihtimaliyle nefesim kesildi. Sanki benim için oksijen bitmiş gibiydi. Ya ona zarar verdiyse? Veya şimdi odadan içeri girip bizi böyle görürse? Nasıl hesap verecektim, durumu nasıl anlatacaktım? Ne olduğunu ben bile bilmiyorken, ona nasıl izah edebilirdim ki? Öldüm ben. Bittim. Beni asla affetmeyecekti ve haklıydı.

"Arslan kim, Ahenk? Ne saçmalıyorsun sen? Sana ilaç falan vermedim, hemen kendine gelmek zorundasın." O kadar ciddi bir ifadeyle konuşuyordu ki, söylediği yalana kendisinin inandığı çok belliydi. O bir ruh hastasıydı! Kafasında senaryo yazıyor ve onu yaşıyordu. Ben de bu boktan senaryonun içine sıkışıp kalmıştım. "Eğer şaka yapıyorsan, hiç komik değil. Çocuklar uyanmadan önce kes şunu!"

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin