28. Bölüm

1.4K 67 12
                                    

AHENK:

Sucukların üzerine yumurtaları kırarken, arkadan çalan Ebru Gündeş şarkısı bana eşlik ediyordu. Evet, ben iflah olmaz bir 2000'ler pop aşığıydım. Yüzümdeki sırıtışı silemiyor, içimdeki enerji patlamasını engelleyemiyordum. Sabaha kadar gözümü bile kırpamamış olmama rağmen şimdi buradan çıkıp kilometrelerce koşabilirdim. Başıma kötü bir şey gelme ihtimalinden dolayı kadar mutlu olmaktan korksam da kendimi çoktan kaptırmıştım bile. Kaptırmamamın imkânı var mıydı ki?

Arslan'ı her dakika biraz daha tanıyor ve diğerlerine gösterdiğinden ne kadar farklı olduğunu görüyordum. Bana koşulsuz şartsız güvenmesi, midemdeki tuhaf karıncalanmanın gittikçe artmasına neden oluyordu. Onu kapının önünde gördüğümde, işlerin sarpa saracağını ve hayatımın en kötü gecesini yaşayacağımı düşünmüştüm ama hayat ilk defa beni şaşırtmıştı.

Arslan'ın 'seni seviyorum' deyişini hatırladığımda sanki mümkünmüş gibi sırıtışım daha da büyüdü. Ocağın altını kapatıp, elimdeki sıpatulayı sallayarak şarkının ritmine göre dans ederken en sevdiğim kısma yüksek sesle eşlik ettim.

"Demek ki böyle aşk dedikleri şey,
Ne acılar çektim, hey gidi hey,
Şimdi bana mutluluk yakışır!"

Kendi etrafımda havalı(!) bir dönüş yaparken, Arslan'ın gülerek mutfaktan girdiğini gördüm. Yeşil gözleri bu zamana kadarki en güzel tonuyla parlıyordu. Beyaz tişört ve siyah eşofman altıyla bile sanki dünyanın en iyi kombinini yapmış gibi görünüyordu. Sabah mahmurluğu onu daha da çekici gösteriyordu. İyice uzayan sakallarında elimi gezdirme isteğimi görmezden gelmeye çalışarak ellerinden tuttum ve onu bana eşlik etmeye zorladım. İtiraz edeceğini düşünmüştüm ama direnmedi bile! Benim saçma sapan dans figürlerime eşlik etmeye çalıştı ve itiraf etmek gerekirse bu konuda benden çok daha iyiydi. Bir insan nasıl her şeyde başarılı olabilirdi?

"Kalbimi bombalıyor kuşkular sen çıkıp da gelene kadar.
Hayallerim kâbusa dönüşür sesini duyuncaya kadar.
Korkularım konuşur, seninle konuşup susuncaya kadar.
Sonra da aynı güneş ısıtır seni de beni de kime ne?"

Şarkı devam ederken, Arslan tek kolumdan tuttu ve beni kendi etrafımda çevirdi. İkimiz de mutluyduk ve güne son derece neşeli başlamıştık. Ta ki... Benim elimdeki spatula onun tam suratının ortasına çarpana kadar... Harika! Bir tek adamın suratının ortasına spatula geçirmediğim kalmıştı ve artık onu da yapmıştım! Hay ben elimin ayarına!

"Ah!" Arslan sağ eliyle yüzünü kapatırken, elimdeki spatulayı fırlattım. "Burnumu kırmaya mı çalışıyorsun?"

Ses tonu şakacıydı ama yine de kendimi kötü hissediyordum. Arslan'ın burnunu kırmak gelecek planlarım arasında yoktu çünkü!

"Özür dilerim! İsteyerek yapmadım, yemin ederim! Ay... Çok acıyor mu? Elimde spatula olduğunu unutmuşum! Of... Ne kadar aptalım! Burnuna buz koyalım. Gerçekten isteyerek yapmadım." Panikle buz dolabına doğru yürürken, tüm suratım kıpkırmızıydı ve ateş saçıyordu. Sadece ona değil, benim yüzüme de buz gerekiyordu. "Eğer ameliyat olman gerekiyorsa ben karşılarım. Seni en iyi doktora götür..."

Tam buzluğu açacakken yanıma gelip beni durdurdu. Burnundaki kızarıklığa bakılırsa, canı gerçekten yanmış olmalıydı. Bu da benim yerin dibine girmem için yeterli bir sebepti. Neden sadece birkaç saatliğine normal bir hayat sürdüremiyordum ki?

"Kızarmış... Çok acıyor mu? Doktora mı gitsek?"

Yüzüne ölümcül olabilecek kadar güzel ve tehlikeli bir gülümseme yerleştirdi.

"Aslında... Sanırım spatula burnuma gelmedi," dediğinde kaşlarımı çattım. Başka neresine gelmişti? Of bir hasar daha bırakmak istemiyordum! Elimi tutup kalbinin üzerine koydu. Kalp atışını hissetmek bile bir an için sakinleşmeme yetmişti. "Spatulan kalbime geldi. Hem de çok uzun zaman önce."

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin