12. Bölüm

2K 93 5
                                    




Elimdeki kocaman çiçek buketi ve pastayı düşürmeden Cihan'ın evinin ziline basmak için insanüstü bir çaba harcadım. Bu kadar büyük bir çiçeğe neden gerek duymuştum ki! Neyse ki zile basabilmiştim. Dün Cihan ve Arslan hastaneye gitmişler, beni ise tüm ısrarlarıma rağmen yanlarında götürmemişlerdi. Ki tüm bu olanların sorumlusu da ben olduğumdan sabaha kadar gözümü bile kırpmamıştım. Tamam, birkaç kez Cihan'ı aramış ve telefonu Arslan açıp 'Tüm tetkikleri yaptılar, turp gibi. Bu hıyara hiçbir şey olmaz," diyerek kapatmıştı ama yine de bu içimi rahatlatmak için yeterli değildi. Yani Arslan'ın üslubu karşı tarafı rahatlatmaya yetecek bir üslup değildi sonuçta...

Kapının Cihan'ın bir akrabası ya da yardımcısı tarafından açılmasını beklesem de ta kendisi tarafından açıldı. Gerçekten de morarmış gözü, kaşı ve dudağındaki küçük bantlar dışında gayet normal görünüyordu. Gövdesinde de birkaç morluk vardı tabii. Bunu görmemi sağlayacak kadar çıplak olduğunu fark edince hemen gözlerimi kaçırdım. Yanlış anlamayın, tamamen çıplak değildi! Ama sadece belinde bir havlu olması pek giyinik olduğu anlamına da gelmiyordu. Saçından akan suları elindeki küçük havluyla sildi. Zamanlamam harikaydı, gerçekten!

"Çok özür dilerim, duştaydım da. İçeri gelsene."

Kapıyı açıp girmem için içeriyi işaret ederken, elimdeki çiçek ve pastayı da aldı. Ben ise yürürken gözlerimi yerde sabit tutmaya çalışıyordum. Gövdesine bakma, gövdesine bakma, gövdesine bakma! Of, tüm karın kasları gözlerimin önüne serilmişken bunu yapmak resmen bir çeşit sınavdı. Yine de bakmam hiç doğru olmazdı.

Gerçekten bu iki kuzen dünya nüfusuna verilmiş birer armağan gibiydiler. Olmaları gereken yer kesinlikle şu meşhur dergilerin kapakları falandı, harcanıyorlardı burada. Yine de bu konu beni hiç ilgilendirmeyeceğinden fazla düşünmemeye çalışarak kabanımı çıkarttım. Dışarısı o kadar soğuktu ki Cihan'ın üzerinde sadece bir havlu olduğunu hatırladıkça bile ben üşüyordum.

Bakışlarımı başka şeylere yöneltmek için etrafta gezdirdim. Kocaman salonda sadece devasa gri bir koltuk, cam siyah bir sehpa ve TV ünitesi vardı. Bir de duvarda siyah yuvarlak bir ayna ve salonu Amerikan mutfağa bağlayan gri bar. Cam korkuluklu merdivenden anladığım kadarıyla bu ev de iki katlıydı.

"Öncelikle özür dilerim," diye atıldım salonu incelemeyi bitirdiğimde. Bunu daha fazla içimde tutamayacaktım, pişmanlık ateşiyle kavruluyordum zaten. Geri zekalı Demir'in bu kadar ileri gideceğini bilememiştim! "Demir'in böyle bir şey yapacağını tahmin edemedim, yoksa kesinlikle onunla konuşurdum. Hatta biber gazımı gözüne önceden sıkardım."

"Saçmalama, onunla konuşmaya gitmeseydim bunlar olmayacaktı. Kendini suçlama."

Demir'le konuşmaya neden gitmişti sahi? Ama onun ismini istediğinde böyle bir şey olacağını tahmin etmeliydim. Sadece kim olduğunu merak ettiğini sandığım için safın teki olduğumu biliyordum.

"Onunla konuşmaya neden gittin ki? Üzerinde durmaya bile değmezdi."

"Gittim çünkü seni tekrar rahatsız etmesini istemedim. Seni önemsiyorum ve onun sana zarar verebileceğinden şüpheliydim."

Demir benim dışımda herkese -fiziksel olarak- zarar verirdi ama bana asla vermezdi. Yani en azından ben öyle sanıyordum. Ve son zamanlarda biri tarafından önemsenmek beni cidden geriyordu. Arslan aklımı yeterince karıştırmışken ailenin ultra yakışıklı diğer erkeğinin de bu tarz şeyler söylemesini istemiyordum. Konuşmanın devamını duymamak için kulaklarımı bantlayabilirdim bile. Ya da koşarak uzaklaşıp, nereye gittiği önemli olmadan ilk uçağa binerek tüm bunları arkamda bırakırdım. Of, saçmalama Ahenk! Bir insan sadece tek bir anlamda önemsenemezdi ya! Böyle düşününce az önce yaptığım resmen kendini beğenmişlikti!

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin