2. Bölüm

3.7K 174 34
                                    

  
Selam herkese. Uzun süre sonra bir şeyler yazabildim, çok şükür. Umarım severek okursunuz. Tabletten yazdığım için otomatik düzeltmeler yapıyor, saçma kelimeler görürseniz bu yüzdendir.

  Elimdeki kartta adresinin yazılı olduğu şirkete adımımı attığımda, iki metre açılan ağzımı kapatmaya çalıştım. Büyüktü. Hem de tahminlerimden çok daha büyüktü. Dün konuştuğum adamın zengin olduğunu biliyordum. Yani evinden belliydi sonuçta ama bu kadarı da aklımın ucundan geçmezdi. Her yerde arı gibi koşuşturan ve aşırı şık giyinmiş insanlar vardı. O sırada benim üzerimdeki günlük kıyafetlere küçük bir bakış attım. Siyah montumun içine kot pantolon ve siyah bir crop giymiştim. Ayağımdaki siyah spor ayakkabılara sırt çantam da eklendiğinde şık olmanın yanından bile geçemezdim.

  Derin bir nefes alıp kulaklıklarımı çıkarttım. Evet, çıkarttım ama telefondan! Barış Manço hoparlörden bağırmaya başladığında, yerin yarılmasını umdum. İçine girip kaybolursam şuan olandan daha az dikkat çekerdim belki. Herkes bana bakarken panikle müziği kapatmaya çalışıyordum ki birinin yanımda şarkıya eşlik ettiğini duydum.

  "Hava ayaz mı ayaz? Ellerim ceplerimde.
  Bir türkü tutturmuşum, duyuyorsun değil mi?
Çalacak bir kapım yok, mutluluğa hasretim...
Artık sokaklar benim, görüyorsun değil mi?"

  Başımı kaldırıp sesin sahibine baktığımda nefesim kesildi. Oha. Gerçekten böyle bir insan dünya üzerinde var mıydı? Yoksa ben aşırı doz rezillik yüzünden halüsinasyon mu görüyordum? Dev gibiydi. Biraz daha zorlasa kasları lacivert Polo yaka tişörtünü yırtıp özgürlüklerini ilan edecekti. Ayrıca krem rengi keten pantolonunun uyumu da giyinmeyi bildiğini belli ediyordu. Mavi gözleri, kirli sakalları ve kahverengi saçları beyaz teninin üzerine kalemle çizilmiş gibiydi. Ve tuhaf bir şekilde çok neşeli duruyordu. Bana içten bir şekilde gülümserken bembeyaz dişlerini de sergiliyordu.

  Galiba ölmeden önce beni almaya gelen meleği görüyordum. Neyse bu kadar yeter, eğer öbür tarafta herkes böyleyse beni alıp götürebilirdi. HEMEN.

  "Neden kapattın? Ne güzel dinliyorduk," dediğinde ellerimle yüzümü kapattım. Rengimin yemek soslarına koyduğum domatesten bir farkı olmadığını biliyordum.
  "Rezil oldum, değil mi? Herkes bana bakıyor."

  "Yüzünü kapatmana gerek yok. Dur seni bu durumdan kurtarayım."

  Ne yapacağını merak ederek ellerimi indirdim. Biliyordum! Kesin beni öbür tarafa götürecekti. Başka bir şekilde şuan bana bakan bu zebellaların gideceği yoktu. Kolunu omzuna atıp beni ilerideki asansöre doğru sürüklemeye başladığında bana bakmayan kişilerin de artık dikkatini çekmiştim.

  "Benim misafirim! Bakmaya devam edeni kovarım!" Dediğinde gözlerim bağımsızlıklarını ilan ederek yuvalarından fırlamak için harekete geçti. NE demek kovmak? Böyle bir yetkisi varsa o da önemli biri olmalıydı ve şimdi herkesin ilgisini daha da fazla çekmiştim. Daha doğrusu çekmiştik. Herkes önüne dönse bile bu kez de fısıldaşmaya başladı. Of, hemen evime gitmek istiyordum. Koşarak yatağıma atlayıp kendi başıma utanmak istiyordum.

  "Bunun beni kurtardığını sanmıyorum," dedim asansöre binerken. Kurtarmanın yanından bile geçmiyordu.

"Neden bu kadar önemsiyorsun, bırak istediklerini düşünsünler," derken tavırları çok rahat, sesi ise güven vericiydi. Resmen beni hipnotize etmişti. Aniden mucizevi bir şekilde insanları umursamayı bıraktım. Sesinde tınıya itaat etmemek imkansızdı.

"Bu arada ben Cihan. Şirketin yarısı benim ama önemli bir şey değil. Ne için gelmiştin?"

  Tabii, canım hiç önemli olur muydu? Alt tarafı şirketin ortağına rezil olmuştum ve Arslan'a benimle ilgili kötü bir şey söylerse işe alınma ihtimalimi kaybederdim. Ayrıca ödemem gereken faturalar vardı! Neyse ki en azından ev benimdi.

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin