24. Bölüm

1.5K 69 5
                                    


Canım yanıyordu. Hem de ciddi anlamda. Restorandan çıkar çıkmaz, üzerimin halini ve yüzümdeki ifadeyi gören Arslan hastaneye gitmemiz konusunda ısrar etmişti. Peki ben ne yapmıştım? O kadar da önemli olmadığını söylemiş ve eve gelene kadar acı içinde kıvranmıştım. En azından kahvaltıya gidecek kadar iyi olduğumu söylememiş ve başka bir zamana ertelemeyi kabul etmiştim. Açıkçası bu kadar ciddi olduğunu, bacaklarımı görene kadar fark etmemiştim de... Ama artık o nasıl bir kahveyse, döküldüğü yerler kıpkırmızıydı ve bacaklarımdaki bazı kısımlar su toplamıştı. Yani bacaklarımın dizime kadar olan kısmı ve karnım sayesinde, biri beni ızgaraya yatırmış gibi görünüyordum. Neyse ki pişmeden kurtulmayı başarmıştım. Şimdi ise üzerimde Arslan'ın tişörtüyle ayakta dikiliyor ve sünnet çocukları gibi tişörtü tenime değmemesi için tutuyordum.

"Bunu sürelim, iyi gelir." Arslan elindeki kremin kapağını açıp, birazını eline sıkarken işini oldukça ciddiye alıyor gibi görünüyordu. Bir şey unuttuğunu fark edince, sessizce bir küfür savurup bana döndü. "Kazağımın kollarını sıyırır mısın?"

Kazağını sıyırmak için tişörtü bıraktığım an hissettiğim keskin acıyla yüzümü buruşturdum. Sanki tenime kumaş parçası değil de kızgın demir değmiş gibiydi. Daha fazla acı çektiğimi belli etmemeye çalışarak, Arslan'ın hâkî rengi kazağını dirseklerine kadar çektim.

"Çok kötü olmuş. Bundan sonra buzlu kahve içmelisin."

Eğilip dizime kremi sürmeye başladığında, bacaklarımdaki acı geçmeye başlamıştı bile. Krem bu kadar çabuk etki ediyor muydu yahu? Elleri yukarı doğru yol almaya başladığında nefesimi tuttuğumun fakrında bile değildim. Acı yerini, tüm vücudumu saran bir karıncalanmaya bıraktığında dengemi kaybetmek üzereydim. Bacaklarım beni taşımak istemediğinde onları aksine ikna edene kadar düşmemek için Arslan'ın omuzlarına tutundum. Vücudunun kasıldığını hissettiğimde, dudaklarımı ısırdım. Fazla ağır gelmiş olmalıydım.

"Çok özür dilerim. Dengemi kaybettim de..." Elleri yukarı çıkmaya devam ederse, akli dengemi de kaybetmem olasıydı.

"İstediğin zaman bana tutunabilirsin. Ben hep yanında olacağım."

Ya, olacak mısın gerçekten? diyerek aptal aptal sırıtan ergen yanıma içimden gözlerimi devirdim. Ama biraz haklı olduğunu da inkâr edemezdim. Erimek üzereydim. Her anlamda.

Elleri kalçalarımı ulaşıp, sıktığında hormonlarımla aramda bir savaş başlattı. Artık bütün vücudum yanıyordu. Ve kadınlığım alarm vermeye başlamıştı. Hem de sadece bir dokunuşla! Omuzlarına daha sıkı tutundum çünkü bacaklarım iyiden iyice işlevlerini yitirmek üzereydi. Elleri tekrar yanık kısımlara döndüğünde, dokunduğu bölge acıyınca sıçradım. Neyse ki, en azından acı beni kendime getirmişti.

"Canını acıtmak istememiştim." Kendi de ne yaptığını yeni fark ediyormuş gibi başını iki salladıktan sonra doğruldu. Gözleri o kadar kararmıştı ki, gözbebeklerini seçemiyordum. "Ben... İsteyerek olmadı. Yani... canını acıtmak istemedim."

İlk defa kendinden emin konuşmadığını hatta tereddüt ettiğini görmek hoşuma gitmiş olabilirdi. En azından kontörlü kaybeden tek kişi ben değildim.

"Sorun değil. Şey... krem iyi geldi. Eskisi kadar acımıyor." Yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirdim. "Teşekkürler."

"Ne zaman istersen krem sürebilirim."

Gözlerinde muzip parıldama belirdiğinde, dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. İçimdeki kalan son mantık kırıntıları ise beynimin içinde aynı şeyi tekrarlayıp duruyorlardı. Dur, artık. Ama duygularım onu umursamamamı ve sadece Arslan'a ayak uydurmamı söylüyordu. Ne istiyorsan onu yap, aptal. Seni uyardım.

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin