35. Bölüm

796 57 10
                                    


Sonraki günler hemen hemen şöyle ilerlerdi; tuhaf duygu değişimleri, aniden gelen ağlama krizleri, Arslan'ın beni sakinleştirme alttan alma çabaları, Aşkım ile Ergün'ün didişmeleri. Bugün ise rutinimize bir yenisi eklenmişti! Aptal Ergün artık arkadaşıma ne dediyse, Aşkım canla başla yemek pişirmekle ilgili bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Ama önemli bir nokta vardı. Ben asla öğretmenlik yapabilecek niteliğe sahip değildim!

Aşkım hiçbir şeyi ikinci defa sorduğumda bilemiyor, anlatmaya çalıştığım şeyleri dinlemediği için anlamıyor ve beni sinir krizinin eşiğine getiriyordu. Zaten çok olmayan sabrım artık iyice tükenmişti. Tezgâhın üzerindeki sürahiyi kafasına fırlatmamak için zor duruyordum. Ya da en sonunda dayanamayıp tüm suyu kendi kafamdan aşağı dökecektim.

Tabii bugün başıma gelen tek kötü olay, Aşkım'la verdiğimiz mutfak sanatları ve sabır sınavı değildi. Bugün 28 Haziran'dı – yani benim doğum günüm- ve annem ile babam dışında bir Allah'ın kulu dahi hatırlamamıştı. Aşkım da dahil. Bu zamana kadar bir kere bile unutmamıştı... Ayrıca beni en çok kıran şey onun unutması değildi. Arslan da unutmuştu! Ki bunun için ödeyeceği çok ama çok ağır bir bedel olacaktı.

Gerçi annemlerin kutlaması da oldukça can sıkıcıydı. Beni görüntülü arayarak kutlamışlardı. Paris'ten! Babam, annem beni doğurduğu için ona böyle bir hediye vermişti. Eyfel Kulesinin önünde durmuş, dalga geçer gibi sadece birkaç cümleyle doğum günümü kutlamışlardı. Bana da hediye olarak gelecek ay Paris'e uçak bileti almışlardı. Hep birlikte gidip, doğum günümü orada kutlamak beni daha mutlu ederdi. Tabii, bu düşüncemin kimsenin umurunda olduğunu sanmıyordum.

"Neydi, tembelleme miydi?"

Zaten tepemde olan sinirlerimin şimdilik tek hedefi tekrar Aşkım olduğunda, ellerimi belime koydum. Sadece çorba yapmaya çalışıyordu! Sadece basit bir yoğurt çorbası! Ergün ile çorba bile yapamayacağı konusunda iddiaya girmişlerdi ve üzülerek söylüyordum ki Ergün haklıydı... Aşkım o kadar ufak detaylara takılıyordu ki, asıl yapması gerekenleri kaçırıyordu. Tekniklerin isimlerini değil, nasıl yapıldıklarını aklında tutması gerekiyordu... Ki isimlerini de aklında tutamıyordu zaten!

"Temperleme," diye çıkıştım. "Aklında tekniğin adını tutmasan da olur. Amacını bil yeter."

Dudağını ısırıp, gözlerini kaçırdığında az önce yine beni dinlemediğini anladım. Bir an önce şu çorbayı yapmak ve benim evimde olmamıza rağmen koşarak uzaklaşmak istiyordum. Belki kendime küçük bir pasta alır, tek başıma mum üflerdim. Şöyle bol çikolatalı ve meyveli olanlardan... Hatta beyaz çikolatalı... Düşüncesi bile ağzımın sulanması için yeterliydi.

"Ne işe yarıyordu bu?"

Bıkkın bir nefes daha verirken, tezgâhın üzerindeki kâsede duran yoğurt karışımına ümitsiz bir bakış attım. Çorba artık, Aşkım'ın deneysel çalışmasına dönüşmek üzereydi. İçmek için asla gönüllü olmayacaktım.

"Bak, Aşkım bu yoğurt karışımı soğuk. Tenceredeki su da kaynıyor. Yani ikisini aniden karıştırırsan çorban kesilir. Bunun için önce birkaç kepçe kaynayan sudan alıp, yoğurdun içine koyman lazım. Böylelikle ısılarını eşitlemiş olursun ve kesilmez. Ayrıca lütfen bu işi yeni başlamışken bırak."

"Hayır!" Huysuz çocuklar gibi omuz silkti. "Asla bırakmayacağım, o Ergün'ün iddiayı kazanmasına izin veremem!"

Sabır dilerken derin bir nefes aldığımda başım döndü. Muhtemelen tüm enerjimi sadece bir çorbanın nasıl yapıldığını anlatmaya harcadığım için vücudum isyan bayraklarını çekmişti. Tezgâha yaslandım ve son sürat dönen dünyamın bir an önce eski haline gelmesi için gözlerimi kapattım. Başım döndükçe midemi de tetikliyor ve bulanması için onu kışkırtıyordu.

AhenkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin