11. BÖLÜM: HÜSRAN 1 CÜRM-Ü AŞK 🔥ÜCRETLİ SEVMELER

550 15 0
                                    



Medya : Suskun Geveze

Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omzuna ağır gelir!

NAZIM HİKMET

Yaralarım her geçen gün biraz daha iyileşiyordu. Çok yorgundum. Adını koyamadığım bir tükenmişlik vardı ruhumda. Mehmet... Neredesin? Sensizlik yeterince içimi kanatırken; şimdi bir de tek taraflı cephelerde korkunç düşmanlarla savaşıyorum. Kaçsam kaçamıyorum. Çözsem çözemiyorum! Yüreğim düğüm düğüm oldu; bu kaçıncı çözülüş sensizliğe. Kapana kısıldım.

Yemeden, içmeden kesilmiştim. Nerdeyse tüm vaktimi uyuyarak geçiriyordum. Sanki tüm hayat enerjim bitip tükenmişti. Biraz olsun sıkıntımı unutma arzusuyla mutfağa gittim. Annem yemek hazırlamaya dalmış, geldiğimi fark etmemişti. Mutsuz, sıkıntılı hâli günlerdir yüzünden okunuyordu. Konuşmuyorduk. İkimiz de konuşacak bir şeyin kalmadığını kabullenmiştik. Ben kızıydım, abim ise oğlu. Bir gözünden vazgeç deseler hangisinden vazgeçerdi? İkisi de ayrı ayrı canına değerken, hangisini kurban edebilirdi insan? Ne bana kıyabiliyordu ne de abimin bahar dalları gibi tazecik olan ömrüne. İki gözünden de vazgeçemiyordu işte! Elinde olsa kendinden vazgeçerdi bilirdim; ama o da yetmiyordu. Çaresizdi benim gibi; söyleyeceği sözler de çırpınışları da manasız kalacaktı bu depremde.

Kapı çalmaya başladığında korkulu gözlerle anneme baktım. Elini güven veren bakışları eşliğinde omzuma attı. Bu saatte babam gelmezdi. Dışardaki adamlar başkalarının ziyaretine de asla müsaade etmezdi. Annem tedirgin bir halde kapıyı açtı. İçerden gelen keskin bir sesle irkildim. "Yine mi sen?" Gelenin Mervan olduğunu anlamıştım. Annem ondan başka kimseye böyle bağırmazdı. Kavgalı olduğu biri de gelse kapısını ardına kadar açar, ikramsız bir yere göndermezdi. Mutfak kapısına dayanıp, kapının önündeki kaçamak hâline nefretle baktım. Beni gördüğünde yüzü belli belirsiz aydınlandı. Annemi umursamadan arsızca içeri girdi. Oldukça bitik bir hâlim vardı. Günlerdir ölmeyecek kadar yemek yemiş, olanları unutmak için deli gibi uyumuştum.

Açtım; fakat açlığımı giderecek en ufak bir harekette bulunmak bile içimden gelmiyordu. Ağzıma götürdüğüm her lokma bende mide bulantılarına sebep oluyordu. Böyle üzülürdüm ben. Hasta olarak, tükenerek yaşardım acımı. Zihnim beynimle kavga ederken, bedenim de tüm gıdalara küserdi. Mide bulantısı ve baş dönmeleri başlardı önce ve yataklık olurdum. Ne acı ki kendimi tüketmeden üzülmeyi bile beceremiyordum. Aile bireyleri de alışkındı benim hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş hastalanmalarıma. Elimden başka bir şey gelmezken, kim bana ne yapabilirdi ki?

Duyarsız bir şekilde kapının girişine yaslanmış, ayakta öylece dikiliyordum. Yanıma kadar gelip gözlerimin derinliklerine dipsiz bir kuyuya bakar gibi içten bir serzenişle baktı. Yarım ağız bir tebessüm edip, "Bir hoş geldin yok mu Nazar?" dedi. İlgisizce ona sırtımı döndüm. Uzun süre aç kalmam halsizleşmeme ve bedensel olarak güçsüz düşmeme sebep olmuştu. "Çok zayıflamışsın!" dedi dalga geçer gibi.

Ona öyle öfkeliydim ki, her an kafasına bir şeyler fırlatıp öfke patlaması yaşayabilirdim. Israrla bir karşılık alabilmek için yüzüme bakıyordu; bense bir cevap vermemekte oldukça kararlıydım. Konuşmayı kızıştırmaya hiç niyetim yoktu. "Kendine daha iyi bakmalısın! Hastalanmanı istemiyorum. Çok yorgun ve solgun görünüyorsun!" Cevapsızlığımdan rahatsız olmamış gibi davranarak yanıma biraz daha yaklaştı.

Beni düşünüyormuş gibi davranması fena halde canımı sıkıyordu. Yüzümü ondan çevirmiş sanki yanımda yokmuş gibi mağrur mağrur susuyordum. Eliyle saçlarımı arkaya bırakıp, "Yüzün neredeyse tamamen iyileşmiş, hâlâ ağrıların oluyor mu?" diye sordu. Saçlarımda dolaşan ellerini bıkkın bir ifadeyle ittim. Sorduğu sorulara cevap vermeyerek onu suskunluğumda boğuyordum.

HÜSRANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin