113. BÖLÜM: HÜSRAN 4 RUH-U REVAN ❤️‍🔥 EMARE

95 8 6
                                    


🎶Madrigal: safi zararsın🎶

   Büyük, derin bir kuyuya düşmüştüm. Kuyunun dibi karanlıktı. Gece karanlıktı. Ruhum balçıkla sıvanmış gibi kapkaranlıktı. Bana gözlerimin önünü gösterecek tek ışık gökyüzünde parıldayıp duran ay ışığıydı. Tırmanıp ona ulaşmaya çalışıyordum. Zordu. Ama direnecek ve içimdeki kasveti değiştirecek olan aydınlığa ulaşacaktım. Benim kendim için başka çarem yoktu.
   
    Geceyi kabuslarla cebelleşerek geçirmiş, sabah ise uykusuzluğumu dağıtacak bir kahvenin hasretiyle gözlerimi aralamıştım. Keşke geceler daha uzun olsaydı. Üzerimdeki yorgunluğu atamıyordum. Saatler akıp gidiyor, zaman aleyhime çalışan iki fare gibi ömrümü öğütüyordu. Uyanıp etrafa merakla göz gezdirdim. Orkun yine ortalıklarda gözükmüyordu. Yine başını belaya sokacak bir şeyler yapmamış olmasını umuyordum. Bu deli çocuk başımızı ağrıtmak için yetiştirilmiş düşman askeri gibiydi. Nerde sorun orada Orkun vardı.

Ziya ile bol Karadeniz'li bir sohbetin ardından nihayet kendimi bisiklete atabilmiştim. Yağmurlu bir gündü. Sokaklarda şapırdayan damla sesleri, yorgunluğuma rağmen tadını çıkarmaya çalıştığım bir yaşam hevesiydi. Hastaneye gidecek ve derslerime orada devam edecektim. Artık öğrendiklerimi uygulamam gerekiyordu. Başarılı olabilmem için bu gerekliydi. Kadavra mıncıklamayı bırakıp canlı varlıklarla ilgilenmek heyecan vericiydi. Hastanede bana bırakılan hastalarla ilgilenip günlük rutinimi tamamlamaya çalıştım. Uygulamalı eğitim teoriden daha fazla ilgimi çekmişti. Doktorlarla görüşüyor ve öğrenmek istediğimiz her şeyi bizzat gözlemleyerek öğrenebiliyorduk. Sonunda öğle arasına geldiğimizde derin bir nefes aldım. Karnım gurulduyordu. Yanımda sınıftan birkaç arkadaşımla yemekhaneye gittim. Burada Kadir Bey'in sofrasındaki kadar muhteşem yemekler pişmezdi ama neyse ki Ziya'nın yemekleri kadar da kötü değillerdi. Balığın olmadığı bir yemek yiyeceğim için şanslı ve mutlu sayılırdım. Muhtemelen yine salçalı makarna ve et yemeği vardı. Açlıktan guruldayan karnım için bunlar ziyafet sayılırdı.

Hiçbir zaman gerçek anlamda temiz olamayan metal, bölmeli kaplardan birini beşinci kurcalayışımda aldım. Masalara yerleşip havadan sudan sohbetlerde bulunuyor, arkadaşlarımla hoşça vakit geçiriyordum. Aklımız fikrimiz bu hafta yapılacak yazılı sınavdaydı. Ben düzenli çalışırdım. Hem çalışıp hem okuyan pek çok arkadaşım benimle aynı yolda giderdi. Son gecenin galibi olmak bizim gibi yükü ağır, sorumlulukları fazla olan insanlara uygun değildi. Beni bilgi dedektörü gibi kullanıyorlardı. Kimsenin bilmediği tüm soruların cevabı bendeydi. Yoğun çalışmalarımın karşılığını yüksek notlarla almıştım. Keşke başımı ağrıtan o sorunlar olmasaydı. Telefonuma gelen aramalara baktığımda ekrana düşen isme hiç şaşırmamıştım. Banu... Bu kız ne zaman peşimi bırakacaktı? Ne zaman ondan tamamen kurtulacaktım bunu bende bilmiyordum. Beni sürekli arayıp rahatsız etmelerinden gına gelmişti. Numarasını defalarca engellemiş olmama karşın bir şekilde yine bana ulaşmanın yolunu buluyordu.

Sosyal medya kullanan biri değildim ama beni aklına gelen her yerden takip etmeye çalışıyordu. Böyle biriyle uğraşmak çok yorucuydu. Dün gece ilk defa Berk'i karşıma alıp bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm. Ona kız arkadaşıyla ilgili gerçekleri bildirecek ve omuzlarımdaki bu vicdan yükünü atacaktım. Berk benim dostumdu. Banu'ya umutsuzca aşık olması beni üzüyordu. Çünkü biliyordum bu işin bir sonu yoktu. Banu kötü kalpli biriydi ve Berk'i eninde sonunda üzecekti. Bunda payımın olmasını istemiyordum. O gece tüm cesaretimi toplayıp Berk'e derdimi açmak istedim. Beni dinleyecek durumda değildi. Banu'yla bir dargın bir barışık yürüttüğü ilişkisine saplanıp kalmıştı. Tam konuya gireceğim esnada bana evlilik teklifi edeceğini söyleyip cebinden kırmızı, kadife bir yüzük kutusu çıkardı.

HÜSRANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin