47. BÖLÜM: HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN 🥀 HANÇER

242 10 1
                                    

Medya: Şanışer (Senden benden)

"İntihar etmek için atladığı suyu soğuk bulup,

Yeniden kıyıya ulaşmaya çalışan bir adam gibiyim."

VAN GOGH



Berjere oturmuş olanları düşünüyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Berjere oturmuş olanları düşünüyordum. Hiç ummadığın bir anda Mehmet'in ölüm haberini alıp kahrolmuştum. Mehmet'in öldüğünü inanamıyordum. Onu toprak altında hayal etmek öyle yıkıcıydı ki. Hayat ne tuhaftı. Günlerce ona duyduğum öfkenin pişmanlığı ile yanıp kavrulmuş hayata dair tüm umutlarımdan vazgeçme noktasına gelmiştim. Bir yanım hakikatle kıran kırana savaşırken diğer yanım gördüklerimin gerçekliğine sarılıyor, geçmişimi kaybetmeyi küçük yaramaz bir çocuk gibi reddediyordu.

Mehmet karşımdaydı. Onu hem depoda hem de o yıkık harabelerde hayal olamayacak kadar net bir şekilde görmüştüm. Öyleyse tüm bunlar ne demek oluyordu? Ne Fatma ne de Meryem yalan söyleyecek insanlar değildi. Sıdıka Hanım'ın felçli ve yıpranmış hali de tüm söylemleri doğrulayacak cinstendi. Hal böyleyken Mehmet'in öldüğüne inanmak benim için en gerçekçi sonuçtu. Ama olmuyordu işte. Sırlarla dolu bu düğümün iki ucu ne yapsam bir araya gelmiyordu. Bir yerlerde hata olmalıydı. Ama nerde? Görmüştüm işte! Mehmet, kanlı canlı karşımda duruyordu. Nasıl öldüğünü inanabilirdim ki? Aptalsın dedi benliğim. Gerçekleri kabullenemeyecek kadar aptalsın.

Mervan'a içinde bulunduğum ruh halini belli etmemeye çalışıyordum. Artık benden ayrı uyuduğu tek bir gün bile kalmamıştı. Sırtımı ona dönüp yastığın diğer ucuna sığındığımda düşünceler beynimi tırmalıyordu ve kendimi hıçkırıklar içinde ağlarken buluyordum. Onunla yaşadıklarım zihnimin her köşesinde vicdanımla savaşırken içimdeki sırrı gizlemek beni hiç olmadığı kadar yoruyordu. Sanki etimden et canımdan can kopup gitmişti. Onun şefkatini, masum sevdasını, anlattığı hikayeleri, bana geri verdiği o güzel çocukluğu unutamıyordum. Kalbimin eksilen o parçası bir türlü dolmuyordu.

Ölürken acı çekmiş miydi? Beni düşünmüş müydü? Evlendiğimden haberdar olmuş muydu? Elime geçen mektupları düşündüm. Okuyamamıştım henüz. Kendimi psikolojik olarak buna hazır hissetmiyordum. Biliyordum; mektup yazmak çok gerilerde kalmıştı. Bunu bizden başka devam ettiren var mıydı ben de bilmiyordum. Vazgeçilmiyordu bazı şeylerden. Mehmet'in hasret dolu gözyaşları akıyor, elleri dokunuyor, parmaklarının nemi bulaşıyordu o kağıtlara. Bu hissi bana mektuplarından başka ne verebilirdi ki. Mektuba sıktığı parfümün kokusu, bıraktığı busenin izi yüreğimin en derinlerinde yankı olup çoğalıyordu. Aramıza giren kilometreleri dağıtıp beni ona ulaştırıyordu.

    Onları Mervan'dan köşe bucak saklıyordum. Mehmet'i bilmesini istemiyordum. Artık onu öldürmesinden korkamazdım; zira sevdamı ve sevdiğimi yitireli çok olmuştu. Ölüler öldürülemezdi. Ailesine zarar vermesini gerektirecek bir durum da yoktu ortada. Sararmış kağıtlara işlediğimiz yaralı hikâyemiz, felçli bir kadın ve yetim bir kızın sonunu getiremeyecek kadar geride kalmıştı. Bu kadarını Mervan bile yapamazdı. Ben sadece doğacak çocuklarımı kullanarak benden intikam almasından korkuyordum.

HÜSRANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin