Gözlerimi baykuş ulumalarına açtım. Serin hava tüylerimi diken diken etmişti. Londra beyaz sabahlardan birine uyanıyordu.
Yaklaşık iki saat kadar önce şiltelerin üzerine beş dakikalığına diye uzanmış olmalıydım. Gecenin bir vakti Regulus gitmiş, ben de kara kara düşünüp notlarımı karıştırdıktan sonra kapısında 'Sirius' yazan odaya dönmüştüm.
Grimmauld hanesinde en rahat edeceğim oda ikinci kattaki misafir odasıydı fakat orada annesiyle karşılaşma ihtimalim daha fazla olduğundan Regulus beni Walburga Black'in önünden geçmekten kaçınacağı tek odaya buyur etmişti; ağabeyinin terk edilmiş odası.
Kabul, Sirius Black'in yatağı kendi yatağımdan bile rahattı. Fakat başka birinin –özellikle Sirius'un– yaşanmışlıklarıyla dolu bir odada kalmak beni huzursuz ediyordu. Grimmauld'da durduğum süre boyunca Regulus'u anılarla hüzünlendirmek düşüncesinden nefret ediyordum. Kapıyı ilk açtığında rahatsızlığa sebep olacağımı söylemiştim.
O ise yarım ağız gülümsemiş; "Ne de olsa geri gelmeyecek." demişti.
Küçük şeylere takılmıyordu. Oda kısmen dağınık fakat çarşaflar ve mobilyalar temizdi. Duvardaki acayip posterlere ve köşedeki iskeletli dönenceye dokunulmamıştı. Sirius'un hatırası buradaydı. Regulus'un kendi içinde onunla barıştığını biliyordum, ondan bahsederkenki sebatlığıyla emindim. Sadece yüz yüze gelmek için zamana ihtiyaçları vardı. Regulus ağabeyini affetmişti. Onun geri döneceğine veya çocukluklarının ilk yıllarındaki gibi olacaklarına dair umudu yoktu ama, birbirlerine kin gütmemeleri bile yeterliydi. Belki bir gün Sirius bu eve yeniden ayak basardı.
Regulus mutsuz olmadığı sürece Sirius'un odasında kalmak diğer tüm dertlerime nazaran deniz yanında damla sayılırdı. Evdeki kütüphanenin altını üstüne getiriyorduk. Regulus zaten buradaki çoğu kitabı okumuştu. Hortkuluklar ile alakalı bilgiler Dumbledore'dan arakladığımız kitaptakinden fazla değildi.
Baykuş hala ulumaya devam ederken soğuk hava boğazımdan içeri doldu. Uyumuş muydum, bu uyku muydu bilmiyordum, gözlerim kapalı olduğu sürece vücudum işlevini kaybetmiş ve rüyada düşünüp durmuştum. Döner merdiven, fanusta evcini kafatasları, portreler, çığlık atan portreler, iskeletli dönence, kanat çırpışları, karanlık duvarlar, Walburga Black'in adımları, kitaplar, notlar, divitler, Kreacher, bütün kapakların altından çıkan gulyabani, Karanlık İşaret, Black arması. Arma. Aile armaları. Toujors pur.
Doğruldum, odadaki tuhaf eşyalara pek bakmamaya çalışarak kapıya yürüdüm. Dışarıdan takırtılar, eksantrik bir tonda tartışan iki insanın sesi geliyordu. Grimmauld'da geçirdiğim üç günde evdeki dört canlı çıt çıkarmamasına rağmen portreler yüzünden evin sessiz kalamadığını öğrenmiştim.
Koridordaki sarkaçlı saat 5'i gösteriyordu.
Çalışmalarımızı yaydığımız uzun masanın bulunduğu resim odasına geçtim. Regulus burayı kendine göre dizayn etmişti. Masanın bir köşesinde Çok Özlü İksir mayalanıyordu. Planlarımızda lazım olacaktı. Diğer ucunda parşömenler, defterler, mürekkepler, kitaplar sıralıydı. İri bir sinek uyuşuk uyuşuk masasının başında kitapları iterek kendine yer açmış Regulus'a doğru uçarken, Kreacher havada bitip böceği eziverdi.
"Günaydın." dedi Regulus hafif bir mahmurlukla, önüne koyduğu tepsi dokunulmamıştı. Çayının üzerinde bir melisa yaprağı yüzüyor, iki krep, bal, süt, zeytinler ve bir portakal eşlik ediyordu.
"Sana da. Nasıl geçti?" dedim çaprazındaki sandalyeyi çekip kitapları alışkanlığım olduğu üzere üst üste koyarak.
Başını bir taraftan diğer tarafa yatırdı. "Sirius Black'i öldürmemden çok hoşlanacaklar."
![](https://img.wattpad.com/cover/137178863-288-k793174.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...