Blanchard evinin konumlandığı sonsuz çayırlıkta, evlerin arasında bir çit yoktu. Gerek görülmemişti. Otların teker iziyle ezilerek oluşturduğu patikadan başka yol da yoktu. Önündeki devasa ağaç ile Blanchard evi bir mil uzaklıktaki diğer evlerden ayrılırdı. Şimdi ise başka bir tuhaflık daha vardı evin önünde, eski brandadan yapılmış üçgen bir çadır soğuğa tüm gücüyle direniyordu.
Yine bahçedeki toprağın nemli olduğu bir vakit Xavier Blanchard çadırından çıktı. Verandaya kadar ıslanarak yürüdü. Kapıda hanımıyla karşılaştı:
"Sakın eve o ayakkabılarla gireyim deme Xavier."
Bay Blanchard ayakkabılarını çıkarmaktaydı zaten. Islanmış saçlarını geriye yapıştırıp Irma'nın burnunu sıktı. "Elbette karıcığım."
Irma içeri geçerken bahçede bir hareketlilik oldu. Arkasına döndüğünde yağmurun altındaki evcinini gördü Xavier. "Sen de kimsin?"
"Beni Drizella Blanchard gönderdi."
"İçeri geç," diyerek Kreacher'ı verandaya davet etti. Bir yandan da nefesinin altından mırıldanıyordu. "Kendine köle mi aldın Mary, seni artık tanıyamıyorum."
"Bunu siz ulaştırmak istedi."
Evcinin verdiği parşömeni okudu.
"Baba, sana ihtiyacım olan gün geldi. Hemen yüz yüze görüşmemiz gerek. Noel'i bekleyemem. Lütfen yarın okula gel. Bu evcini Kreacher. Güvenilirdir. Bir baykuşa emanet edemeyeceğim kadar mühim ve acil bir mesele."
Xavier Blanchard yardım istenildiği zaman sevineceğini düşünürdü ama hayır, içinden bir şeyler koptu. Kızı tehlikede miydi? Kahretsin, Hogwarts gibi sözde büyücülük dünyasındaki en güvenli yerlerden biri neden bubi tuzaklarıyla doluydu?
- - - - - - -
Drizella Blanchard birini öldürmüş gibi hissediyordu. Barty Crouch ise ölümden dönmüş gibi. Sanki ikisinin ruhları yer değiştirmişti. Ölü Bellatrix'in düşüncesi Drizella'nın boğazını sıkıyor, uykularından uyandırıyor ve iştahını kaçırıyordu. Barty'nin ise yüreği rahat değildi, korkuyla o gün Drizella'ya bir şey olmuş olsa ne yapacağını düşünüyordu. Canından olmak üzereydi.
Sırlar insanları birbirine bağlar. Bu belki paylaştıkları ilk sır değildi ama birbirlerine eskisinden daha çok ihtiyaçları vardı. Barty Drizella'yı gözünün önünden ayırmıyordu. Drizella ise bundan rahatsız olmuyordu, aksine sürekli ağlayacak gibi hissettiğinden bir dayanak arıyordu. Kendini toparlaması ve ipleri eline alması uzun sürmedi. Fakat Barty ile arasına eski mesafeyi koyması zor görünüyordu; her şeyden önce canı istemiyordu. Kimi vardı ki yanında? Son olaylarda Rosier'a bile güvenemeyeceğini görmüştü.
Mesele güvenmek değildi zaten. Her şey kötüye giderken bir de yalnız hissederse kafayı yer, içindeki insanlık kırıntısı tamamen yok olur diye korkuyordu.
Barty'den ayrı kalabildiği tek yer yatakhaneydi. Ve yatakhanesinde Drizella, Bellatrix'in kasasına nasıl ulaşacağını düşünüyordu.
Bellatrix ölü olduğuna göre kasaya ulaşabilecek diğer kişiler Rodolphus Lestrange veya Bellatrix'in kız kardeşi Narcissa Malfoy'du. Rodolphus'la baş etmek imkansız gibi bir şeydi, Drizella onunla tek başına karşılaşmak istemezdi. Narcissa Malfoy'a yaklaşmak nispeten kolaydı.
Gringotts'dan eşya çalmanın başlı başına güç olacağına şüphe yoktu. O halde, neden çalmak için uğraşıyordu ki? Alınmasına izin verse yeterdi.
Kreacher'ı çağırdı. Ondan Karanlık Lord'u bulup Regulus'un ölmeden önce yazdığı mektubu ulaştırmasını istedi. Paramparça hissediyordu Drizella. Lord o mektubu okumalı, sırrını ifşa edenin Regulus olduğunu bilmeliydi. Hayatının sonunu getirecek ismin Regulus Arcturus Black olduğunu bilmeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...