Hava bulutluydu, hafif bir esinti vardı. Birkaç gündür böyleydi gerçi, yaz yağmurları yüzünden hava biraz sıkıntılıydı. Sezonun son Quidditch maçı havanın tuhaflığından dolayı bir hafta sonraya ertelenmişti.
Bahçede, seralarla ana kapının arasında şato duvarlarının dibinde bir yere bıraktım kitaplarımı. Ardından sırtımı duvara vererek çimlere oturdum, element kitaplarından birini açtım. Ders çalışmak için bile olsa hiç estetiği olan bir yer değildi. Fakat sakindi en azından, sınav sezonu olduğundan kütüphane öğrenci doluydu ve ben kendi araştırmam olan elementleri orada rahat çalışamıyordum. Her köşeden biri çıkıp ne yaptığıma bakacakmış gibi geliyordu, ben kimsenin görüşünü ve müdahalesini istemezken.
Aniden kulaklarımda Regulus'un sesini yankılandı. "Yarın Kehanet sınavı da var Mary, çok güzel bir şekilde batıracaksın."
Çalışmadığım ve yeteneksiz olduğum bu dersi ısrarla yüzüme vuruyordu. Neymiş, dost acı söylermiş. Kendisi Kehanet'te bana nazaran daha iyiydi. Hatta ona kolay bile geliyordu. Beni çıldırtacak kadar rahattı bu konuda. Şu an ise büyük ihtimal Rowle ile Quidditch toplantısındaydı. Sihir Tarihi'ne de yeteri kadar çalışmıştı sözde, dersleri bu kadar kafaya takmıyor oluşu sinirlerimi bozuyordu. Sanki parmağının ucuyla bütün O'ları o toplayacakmış gibi.
Ama yine de yapışık ikiz gibi dolaşıp sürekli birbirimizi yoklayan arkadaşlığımızı engellemiyor bu.
Benim şu an -aslında bu son iki hafta boyunca kafama takmamın sonucu- element büyülerini çalışıyor olmam ise tamamen kendi kuruntularımdandı. Okulda öğretilenden daha fazla bilgili olacağıma dair kendime daha ilk günden söz vermiştim. Bunun için ekstra çalışmam gerekiyordu. İki hafta önce ise Ortak Salon'da Rosier'ların sınıfından Madison Zabini'nin Afrika'daki akrabalarının Uagadou büyücülük okulunda eğitim aldığını duymuştum. Orada daha çok elementler üzerine çalışıyorlarmış. Çoğu Afrikalı büyücü sadece parmaklarını oynatarak büyü yapabilme yeteneğine sahipmiş. Bunun üzerine içimde kabaran kıskançlığı saklamaya çalışsam da şöminenin ışığında kulaklarımın kızardığından eminim. Afrikalı değilim, ama bu onlar kadar iyi olamayacağım anlamına gelmez, değil mi? İstersem yapabilirim. Eğer yeterince çalışırsam Afrikalı olmamam buna mani olamaz. Hatta onlardan daha iyi bile olabilirim belki, istersem ateşi kontrol edebilirim.
Ateş. Bu fikir Zabini'nin dediklerini duyduktan sonra, şöminedeki alevleri izlerken aklıma gelmişti. Su, toprak veya hava değil. Ateş. Herhangi bir düelloda, avucumun içinden çıkan ateşten daha iş bitirici ne olabilirdi ki. Bastığım yerlerin küle dönmesinden, dokunduğum yeri yakmamdan daha ölümcül ne olabilirdi? Gerçi büyünün bu şekilde işlediğinden emin değildim, sadece hayal gücümde böyle şekillenmişti. Ama şu şöminedeki alevlerin öfkemle parlamasından daha görkemli ne olabilirdi?
İşte bu yüzden iki hafta boyunca derslerden kalan zamanlarımı kütüphaneyle Ortak Salon arasında mekik dokuyarak geçirdim. Ama nafile, ne nereden başlayacağımı, ne de talimatlarını bulabilmiştim. Bazı kitaplar ise alay eder nitelikteydi, alevlerin önüne oturup odaklanmakla olacak şey değildi bu. Ya da elimi ateşe sokmakla. Merlin, bu anca elimi yakar.
Ama şimdi, genelleme kitaplardansa Uagadou'nun tarihini, büyü kültürünü anlatan daha kapsamlı kitaplar bulmuştum. Uzun süre taş duvara yaslanarak oturmaktan ağrıyan sırtımı doğrultacak bir şeye rastladığımdaysa neredeyse iki saat geçmişti. Akşam yemeği saati gelse de aç kalabilecek kadar kaptırmıştım kendimi. Aynı anda da gök gürledi, saç ayrımımın ortasına ilk yağmur tanesi düştü. Bir elimle hızlıca kitapları toplamaya çalışırken gözümü de yazıdan ayırmıyordum. Asamın ucuyla kelimelerin üzerini altın sarısı bir işaretle kapladım; Uagadou'da okutulan kitaplar, ve İleri Seviye Element. Kitabı kapatıp tek elimle dizdiğim diğer ciltlerin üzerine koydum. Asamı cebime atıp iki elimle kitap destemi yüklendim ve hızla anakapıya yürümeye başladım. Yağmur çabucak bastırmıştı, tıpkı birkaç gündür olduğu gibi. Kapıda birkaç Ravenclaw'ın kınayıcı bakışlarına aldırmadan yolumu kütüphaneye çevirdim. Ah, yağmurdan kaçarken, kırışık cüppem ve mahvolmuş saçlarım, nasıl da acınası gözüküyorduk(!)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...