17// Delilik Bu

2.2K 143 276
                                        

19 Temmuz 1977

Uyuşuk bir sinek vızıldayarak cama çarptı, çarptı, çarptı. Başımın altındaki yastığı tutup fırlattım. Sinek yastıkta büzülmüş bir halde yuvarlandı, yastıkla birlikte masadaki su yere saçıldı ve sürahi ile bardak düşüp kırıldı.

Eskiden yaz mevsimini severdim. Güneşin aylarca soğuktan sonra çayırları ısıtmaya başlamasıyla benim de yüreğim ısınırdı. Çilek kokusunu, salıncağımda sallanırken yüzüme vuran meltemi, gökyüzünün berrak olduğu geceleri severdim. Ne değişmişti?

Eskiden özgürdüm. Aklım, fikirlerim, hayallerim özgürdü. Şimdi ise yaz mevsimi bana bir kapan gibi geliyordu, evde bir hapse tıkılıp kalıyordum. Odamdan çıkmak istemiyordum. Bahçedeki çimenlere bastığım an savunmasız hissediyordum, sanki biri beni yakalayıp neden bu kadar kötü bir insan olduğumu soracakmış gibi. Hiçbir şey yapmadım oysa. Tüm yaz boyunca işlemediğim kabahatlerin yükünü taşıdım. Bu kez gerçekten bir suçum yoktu, günah keçisi rolünü üstlenmiştim.

Aslında bir şey olduğu yok. Az önce bir sinek öldürdüğümden ve aç karnımla tek başıma yattığımdan hayatın anlamını düşündüğüm depresif hallere girdim. Ah, bir de beni bu duruma sokan kavgalarımız var tabi.

Evde olmayı artık sevmiyordum, çünkü Gregor ve annem beynimin etini yiyorlardı. Hiçbir şey yapmadan, bakışları bile yeterliydi. Gündüz ortada dolanmıyordum ve sadece geceleri verandada babamla oturarak geçiriyordum.

Bu uzun sıcak günler bir şeylere nasıl katlanılacağını öğretiyordu bana. Her gün bir tık daha olgunlaştığımı hissediyordum. Yaz sonunda 80 yaşında bir nine olacaktım.

Odamda oyalandıktan sonra –cam kırıklarını lazım olur diye bir kavanoza doldurmuştum– akşam yemeğine indim. Onlara küs değildim elbette, gerektiğinde konuşuyordum. Sadece bağırıp çağırdıktan sonra beni kırdıklarını düşünmelerini umardım, ama sürekli sert bir mizaca sahip olunca insanlar kalbimin kırılamayacağını zannediyordu. 'Senin kalbin var mı ki?' demişti annem. Yarı alayla söylemişti bunu, 'senin kalbin kırılmaz ki' manasına geliyordu çünkü onlara kendi ağzımla kırılmayacağımı söylüyordum, bu hayatta kimsenin beni kıramayacağını ve güçlü olduğumu. Fakat lanet girsin ki bir kalbim vardı.

Sevilmemek canımı yakıyordu. Son tartışmayı ben çıkarmıştım. Annemin hiçbir şey yapmadığım halde sesim azıcık yükselince hemen beni uyarmasından bıkmıştım, sanki Gregor masum bir bebek ve ben bulaşıcı bir hastalıkmışım gibi oğlunu benden koruyordu. Biz kardeş bile olamıyorduk, onun yüzünden. Okuldayken sürekli birilerinin gözü üstümdeydi, evde de aynı şeyi yaşamak beni boğuyordu.

Annem Gregor'u benden daha çok seviyordu. Bu hiçbir zaman üstüne parmakla basılamayan ancak omuzlara bırakılmış piton yılanı gibi varlığını hissettiren bir duygudur. Elbette inkar ediyordu, Gregor saçmaladığımı söylüyordu. Babam sessiz kalıyordu, ve ben onun sessizliğinde beni anladığını biliyordum. Bu sadece birlikte yaşamam gereken bir gerçekti. Annem beni sevmiyor. Peki.

Belki tüm bu psikolojik baskıda yıkılsaydım, soğuk bir şekilde üzülmüyormuş gibi davranmaya devam etmeseydim ilerisi için daha iyi olurdu. Belki yüzümdeki kaskatı ifade yerine bağıra bağıra ağlasaydım içimdeki insan kırıntıları yavaşça pılı pırtıyı toplayıp gitmezdi.

Annem kötü biri değildi. Beni hiç sevmiyor da değildi. Ağlasam başımı okşardı. Ama ona sarılmak, buzdan bir gladyatöre sarılmaktan farksızdı.

Akşam yemeğinden sonra verandaya çıkmıştık. Gregor odasındaydı, annem ve babam da kendi aralarında sohbet ederken ben bir köşede kitap okuyordum. Kitap okumak en sevdiğim aktivite değildi ama en azından zamanı geçiriyordu.

The Awkward Life of Drizella BlanchardHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin