3// Kavga

2.5K 200 207
                                    


3.Sınıf Mart

Hogwarts'daki günlerim önceki yıllar kadar monoton geçiyordu. Annemlerle mektuplaşıyordum, günlerimin nasıl geçtiğini sorduklarında "Yaşıyorum" yazmaktan başka bir şey bulamıyordum. Yeni bir Muggle filmi çıkıyordu, babamla ona gitmek isterdim ama okul zamanına denk geliyordu. Babam bu filmin artık sinemadan kaldırıldığını, ama izlemem için bana kasedini alacağını yazmıştı. Bu aralar moralim bozuktu biraz ama onlara yazmadım. Quidditch seçmeleri başlamıştı, eğer istersem katılabileceğimi söylüyorlardı. Eğer istersem katılabileceğimi ben de biliyordum. Ama bu konuda yetenekli olduğumu düşünmüyordum. Üstelik başarısız olursam takımın emeklerinin boşa gitmesine dayanamazdım. Başarısızlıklardan nefret ederim.

Annem ve babamdan aldığım yeni mektubu kat izlerinden katlayıp cüppemin cebine koydum. Belki de şu sıralar moralimin bozuk olması ergenliğim yüzündendi. Büyücü de olsak bu tarz Muggle sorunları bizi de rahatsız ediyordu tabi, hatta onlardan daha az çözüm yöntemimiz vardı. Madam Pomfrey henüz 'ergenlik'in öğrencilerde ne gibi bir etki bıraktığını çözememişti, arada ağlama krizlerine giren öğrenciler getirildiğinde sakinleştirici bir iksir vermekten başka bir şey yapamıyordu. Belki de zaman geçtikçe psikolojik sorunlar daha da açığa çıkıyordu. Eskiden var mıydı acaba? Albus Dumbledore'un ergenlik yaşadığını veya McGonagall'ın yüzünde çıkan sivilceler yüzünden kendisinden nefret ettiği zamanların olup olmadığını merak ettim.

Bazen sınıflara giderken uzun yolu izleyip şatoyu keşfediyordum. Bunu yaparken Hufflepuff'ların girişini, Kuzey kanadını, ve Dumbledore'un odasının kapısını görmüştüm. Zindanlar zaten ezberimdeydi. Aynı zamanda bana geçen sene zorbalık yapan kızın Marlene McKinnon olduğunu, James Potter ve üç arkadaşının kendilerine 'Çapulcular' dediğini, Sirius Black'in benim binamdaki Regulus Black'in abisi olduğunu, Ravenclaw kızlarının mükemmel dedikoducu olduklarını-nasıl on kişilik bir grupla gezebildiklerini merak ediyordum-, ve daha bir çok şeyi öğrenmiştim. Etrafta dolaşan sessiz bir göz gibiydim, okulun neredeyse her şeyini biliyordum. Sessiz kalınca dinlemek daha kolay oluyordu.

Ve yalnızdım. Daha önce umrumda olmayan bu yalnızlığı şimdi çok ağır bir şekilde geçiriyordum. Yakın arkadaşım diyebileceğim, Rosier ve Nott'ın arkadaşlığı gibi bir arkadaşım yoktu. Şu ergenliğin duygusallığını, moralimin bozukluğunu kendimle barışık bir şekilde buna vuruyordum. Hiç arkadaşsız değildim, istesem gider Jane'le takılırdım. Ama olmuyordu. Yalnızdım, yalnız kalmak insana birçok zaman hayatının amacını sorgulatıyordu, kendini sorgulatıyordu, ve neden yalnız olduğunu. Neden bu koca dünyada kafama uygun bir insan yok?! O kadar mı sevimsizim, o kadar mı kötüyüm? Aslında sevimli bir insandım. Evet bunu biliyordum, ve çoğunlukla kişiliği ikiye bölünen bir insan olduğum için bu iki kişiyi barıştırmayı da biliyordum. Çok düşünüyordum, her şeyi ince ince düşünüyordum. Güzeldim. En azından çirkin değildim. Kahverengi mi sarı mı olduğuna karar veremediğim saçlarım vardı. Kısaydılar, iki senedir omzumda tutuyordum boylarını. İki taraftan tokalarla tutturuyordum çünkü yüzüme gelmesi hoşuma gitmezdi. Yeşil, iri gözlerim vardı. Yüzüm ovaldi, yuvarlak bir şekilde kıvrılan kaşlarım ve burnum vardı, dudaklarım da ince değildi. Aslında kendimi beğeniyordum ve bunda bir sakınca görmüyordum. Birinin benimle arkadaş olup olmamasının sebebi zaten kaşım gözüm olamazdı. Yani sevimsiz değilim. Kendimi de seviyorum. Çünkü ben sevmezsem kim sevecek? Sadece birazcık deliyim. Bundan da korkuyorum, çünkü insan hep kendiyle konuşunca deliliğe daha çok yaklaşıyor.

Bulutlu bir Cumartesi'ydi, ama hava karanlık değildi. Güneş bulutların arkasından parlıyordu, yani gökyüzüne bakamıyordum. Bu havalar tuhaf bir şekilde uykumu getiriyordu. Büyük Salon'daki öğle yemeğinden sonra mektubumu okumuştum. Akşam mektup yazarım diyerek kitabımı alıp bahçeye çıktım. Bu aralar kızların bulduğu ve benim kütüphanede öyle bir bölüm olduğuna inanamadığım aşk romanları kısmıyla aşk yaşıyorduk. Elimdeki okuduğum ikinci romandı ve birinciden biraz tiksinmiştim, çünkü cidden, aşk benim tarzım değildi. Ama Hogwarts'da roman okuyabilmek yeni bir şeydi ve biraz kafamı dağıtıyordu. Jane ve Hilary zaten romantizme bayılırlardı. Dün gece Hilary bizim odamıza gelmişti ve Gideon Prewett'a olan sinirlerinden bahsetmişlerdi. Zavallı Gideon'ın tek suçu bir Muggledoğumluya aşık olup onunla çıkmaya başlamasıydı. Hadi ama, onun gibi bir safkan nasıl gidip bir bulanıkla çıkardı?(!) Oysa burada güzeller güzeli safkan kızlar vardı.

The Awkward Life of Drizella BlanchardHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin