Kızıl yılbaşı. Altıncı sınıfın yılbaşı aklımda kızıl olarak kalmıştı, birçok olayın odağı bu renkte toplanıyordu.
Ertesi sabah 'Bulanık' faciasından eser yoktu. Giriş Salonu tertemizdi. Fakat geceleyin Slug partisinden dönmekte olan birkaç öğrenci manzarayı görmüş, neler olduğu kulaktan kulağa yayılmıştı. Kahvaltıda ağır bir sessizlik hakimdi okula. Bazıları Ölüm Yiyen saldırısı olduğunu düşünüyordu, bazıları aramızdaki yılanlardan korkuyordu. Slytherin masasında belli bir kızıl kafanın eksikliği görülüyordu, bu da şüpheleri direkt Rosier'a çekmişti.
Evan Rosier okuldan atılmadı. Okuldan atılmış olmak için Merlin'in çorabına ayin düzenleyecek hale getirildi.
Gerçi bu sadece benim tahminimdi, Evan'ı bir daha görememiştim. Asasından büyü silme planı suya düşmüştü çünkü Profesör Blanchard Hastane Kanadına ziyareti yasaklamıştı. Okulda kimse sorgulanmamıştı. Bunun babamın Evan'ı elinde tutmasından kaynaklandığını düşünüyordum, adil bir soruşturma yerine bulduğu delili salmayacaktı. Öte yandan Rosier da suçlu ilan edilmemişti. Öğretmenler öğrenciler hiçbir şey duymamış gibi davranıyorlardı, olayın üstünü kapatacaklardı.
Dönem boyunca yılbaşında Hogwarts'ta kalmayı düşünmüştüm. Biricik hiyerarşi için daha fazla çalışabilecektim. Scamander ve birkaçı daha okulda kalırdı, onlarla düello büyülerine çalışırdık. Ama Profesör Blanchard'ın planı beni eve postalamaktı. Kendisi Hogwarts'ta kalmıştı, benimse tatilde büyükannemleri görmezsem ayıp olacağını söyleyerek eve dönmemi istemişti. Böylesi herkes için daha iyi olur, demişti. Endişelenmeden edemiyordum, çünkü Evan da yılbaşını okulda geçirecekti. Profesör Blanchard şatonun kapılarını üstüne kapatmıştı.
Rosier'ın iki hafta boyunca geçireceği sınavı hayal dahi edemiyordum.
Babam olmadan ev tuzsuz yemek gibiydi. Mutsuz dönmüştüm. Tüm hengame bir yana, Scamander zihnime girdiğinde gördüğüm anılar annem ve Gregor'a farklı bir gözle bakmama sebep oluyordu. Zihnim bulanıyordu, sanki ihanet edilmişcesine kin doluydum onlara karşı. Annem ve kardeşimi değil birer düşmanı görüyordum.
Ev her geçen gün bir oteli andırıyordu, yaşım büyüdükçe içindeki insanlara bağlılığım yitiyordu.
Neyse ki boşu boşuna annemlere surat asmama vakit yoktu. Anneannem ve dedem, Fransa'daki dayımlarla birlikte bizdeydi. Ortalıkta bir sürü insan olması ve özlemediğim kuzenlerim canımı sıkıyordu. Bir de ne idüğü belirsiz kızıl saçlı kız girmişti hayatımıza, işte bundan hiç memnun değildim.
Anneannem oğlunu da kızını da çok seven, günübirlik buluşmaları seven ve iki ayrı ülkede yaşamamızdan sürekli yakınan bir kadındı. Anneme benzerdi, gri saçları sürekli topuz olurdu, kat kat giyinir, giysilerinin altına olmadık eşyalar saklayabilirdi. En ufak sessizlikte hemen gençken yaptıkları dünya gezisinde başlarına gelenleri anlatırdı. Dedem ise Muggle'dı. Bir büyü kazası sonucu beş aydır tekerlekli sandalyeyle hareket ediyordu. Uzun yüzlü, mahmur bakışlı bir adamdı. Özel olarak her torunuyla ilgilenme gibi bir huyu vardı, fakat bana pek ulaşamazdı. Görüştüğümüzde genellikle ona dik dik bakardım. Kendi Muggle olmasına rağmen iki çocuğu da büyücü çıkmıştı. Tamamı sihirli bir ailede tek Muggle olmak onu nasıl hissettiriyordu acaba?
Dayım Atlas da annem gibi Hogwarts'tan mezundu, ondan beş yaş büyüktü. Mezun olunca Beauxbatons diplomalı Malaya ile tanışmış, evlenip Paris'te yaşamaya başlamıştı. Dayım hakkında bildiğim tek sabit gerçek Gregor'a benzediğiydi. Gregor'un huylarını paylaştığı için de favori akrabam değildi.
Malaya samimi bir kadındı, insana onu sevmemek için sebep bırakmayan türden bir gülümsemesi vardı. Saçlarını bir örtü ile sarıp şekillendirerek omzundan aşağı salardı, büyük şıkırtılı küpeler takardı. Çok güzel bir kadındı–her gördüğümde şaşırırdım. Tuhaf bir şekilde yıllar ondan hiçbir şey götürmüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...