Gözlerimi açtığımda önce parlak bir ışık vardı. Sonra dünya şekillendi, tersten pencereyi ve birkaç metre yüksekteki tavanı gördüm.
Ne oldu en son?
İğrenç şifalı iksir kokusuyla burnumu kırıştırırken aklıma canlanmış yılanın görüntüleri geldi, bir yandan da doğrulmaya çalıştım. Derim kağıt gibi gerildi. Gözlerim sol kolumu kaplayan kahverengi yanığa düşünce tuhaf bir hayret çığlığı kaçtı ağzımdan. Çok kötü görünüyordu! Tenim içine göçmüş gibiydi. Bazı etlerim gerçekten de kül olmuştu? Mavi pikeyi kaldırıp altına baktım. Göğsümün bir kısmı pörsümüştü. Hareket ettikçe gözlerim yaşarıyordu, yanıkların sırtımda daha çok olduğunu hissettim.
Çıldırmamaya çalışarak -beynimde sirenler çalıyordu, olan oldu diye- pikeyi tekrar örttüm. Parmak uçlarımı omzuma değdirdim. Kabuk kuru ve sertti. Derin nefesler almaya başladım, bu da canımı yakıyordu ama dayanılmayacak derecede değil. Parmaklarımı boynuma doğru çıkarıp yanığın vardığı yeri kontrol ettim. Pekala. Pekala. Kulağımın arkasına doğru çıkmıştı, fakat en azından yüzümde veya ön tarafta yoktu. Boğazımın etrafında dokununca acıyan bir çizgi dönüyordu. Boğulurken morardığını tahmin ettim.
Yeşilimsi tavana bakarak nefesimi düzenledim. Hayatımda hiç bu kadar hasar almamıştım. Ama iyileşebilirdim herhalde. İyileşmek zorundayım.
Damağım kurumuştu, su istemek istedim... Jane'i o an fark ettim.
Etrafımız soluk hasta perdeleriyle sarılıydı. Jane sandalyede kendine çektiği dizine yaslanmış uyuyordu. Hastane Kanadı'ndaydık.
"Jane." Sesim duyamayacağı kadar çatallı çıktı, ama Jane hemen sıçrayıp uyandı.
"Drizella? İyi misin?" Başımın arkasındaki yastığı düzeltmeye yeltendi.
"Su." dedim, birinden bir şey istemek hoşuma gitmiyordu ama kıpırdayabileceğimi zannetmiyordum. Komodindeki sürahiden bardağa su doldurup dudaklarıma tuttu.
Durumun acılığıyla her saniye daha da moralim bozuluyordu ama kafamdaki sesleri yok saydım. Jane tekrar oturduğunda düşünceli gözlerini üzerime dikti.
Aniden başını iki yana salladı, "Ah pardon, ben şey, şok oldum galiba." Garip geçen saniyelerden sonra öne eğildi. "Mary, o neydi öyle ya!"
"Ne?"
"O yılan." dedi gözlerini kocaman açarak. "Yılanı canlandırdın kızım! Slytherin'in yılanını! Bam diye önümüze düştü. Bir daha Ortak Salon'un o tarafına ayak basacağımı zannetmiyorum. Regulus'la neden kavga ettiniz? Ah, yalnız bir şey diyeyim mi, son hamlen gerçekten iyiydi. O yılanı nasıl akıl ettin bilmiyorum. Bir de asasız yaptın! Asasız büyülere çalıştığını biliyordum ama bu, bu Mary bu ustaca bir şeydi. Ne dersin sen... Şey, vay anasını."
Hafifçe iç geçirdim. Bütün bedenim ağrıyordu. Yaptıklarımla yüzleşmek kemiklerimi daha da sızlattı. İnsanlar gösterişi seviyordu belki, ama göze batmak beni rahatsız ediyordu.
Perdeyi aniden açıp kapayarak Madam Pomfrey belirdi önümüzde. "Uyandığı zaman hemen beni çağır demedim mi?"
"Yeni uyandı Madam."
"İyi. Şimdi Profesör Sprout'tan Bezeliyumru istemeye git. Elimde yeterince kalmadı."
"Neden ben gidiyorum?" dedi Jane gururlu gururlu.
Madam anormal derecede aceleciydi. Ellerinin tersini önlüğüne silerken yuvarlak gözleri Jane'de durdu. "Arkadaşının sağlığını önemsemiyor musun?"
![](https://img.wattpad.com/cover/137178863-288-k793174.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...