Sadece dalgaların sesi vardı. Bir de hangimizin olduğunu bilmediğim, derinden kalp atışları.
Son yirmi dakika kafamda canlanıyordu: Çığlık atıyordum, bıçak gibi saplanan sözler savuruyordum, Regulus'un üstüne yürüyordum, Barty beni tutmaya çalışıyordu, gölde gittikçe açılıyorduk, suyun içine batıp çıkarken bile sevgili dostumla boğuşuyordum, kulaklarım ve burnum basınçtan etkileniyordu ama durmuyordum. Epey çirkinleşmiştik. Su boyumuzu çoktan geçtiğinde nefeslenmek için yüzümüzü havada tuttuğumuz bir ara avucumun içiyle Regulus'un kafasına vurdum ve bu sondu; Barty o an anlamadığım bir şeyler söyleyerek beni uzağa çekmişti. Bedenim yorgun düştüğünden ona karşı gelmeyi bırakmıştım. Kayalıklardan birine basarak suyun dışında durabildiğimde yüzüme "Sakin ol!" diye bağırmıştı. Sinirden ağladığımı fark etmiştim. Gölün soğuk sularına tezat göz çevremde sıcak damlalar vardı.
Şimdi gölden iki metre yükseklikteki kayalığa üç karga misali tünemiştik. Az önce birbirimizi parçalamak üzere olduğumuzu düşünürsek yan yana oturmamız şaşırtıcı sayılırdı. Gri havlularımıza sarılıydık. Gölün dibindeki taşlar yüzünden ayaklarım kesik kesikti, parmak aralarımdan kan akıyordu.
"Seni asla affetmeyeceğim." Dudaklarım titriyordu. Soğuktan bedenim de titremeliydi belki, ama iki kalp atışının arasındaymışcasına kaskatı kalmıştım.
"Sanırım bununla yaşayabilirim." diye mırıldandı sol tarafımdan.
"Yaşarsın, yaşarsın tabi... Soğuk sularda boğulup ölmezsen!" Hiddetle Barty'e döndüm. "Sen biliyor muydun?"
Bir an hiç tepki vermedi. Sonra başını aşağı yukarı salladı.
Onu ittirdim. Büyük bir şapırtıyla göle düştü.
O tekrar tırmanıp gelene kadar konuşmadık, Regulus doğuya bense batıya dönüktüm. Barty sürüye sürüye getirdiği havluyu arkada bıraktı. Burnunun ucundaki su damlasını baş parmağıyla silerek gergin kaşlarla sağımdaki yerine oturdu. Beyaz teni bir vampiri andırıyordu. "Öfkeli değilim, tamam mı? Bak: Değilim. Ama havlum ıslandı, seninkini benimle paylaşmak zorundasın."
"Tabi, biz kurutma tılsımından bihaber koftileriz zaten."
"Senin havlunu istiyorum."
Havlunun ucunu kaldırıp somurtarak önüme döndüm. Üşüyordum, Barty'nin koluma değen kolu da soğuktu. Sıkkınca gözlerimi ovuşturdum. Milyonlarca mavi-kırmızı noktalar görmek de rahatlatmıyordu, ama hala sinirimi atamamıştım.
"Her şeyi anlıyorum..." dedim görüşüm tekrar netleşirken. "Ama damgalanmak zorunda mıydın? Tamam, onu destekle, ona itaat et ama damgalanmak zorunda mıydın?!"
Sesim yay gibi titriyordu, bakışlarım Regulus'un bulutlu grileriyle buluştu. Ama cevap veren Barty oldu; "Başka türlü sadakatini nasıl ispatlayacak?"
Kaşlarımı kaldırarak ona döndüm.
"Bu bir şeref." diye devam etti sessiz bir tavırla, yine de ben sinirliyken Regulus'un tarafını tutacak kadar azimliydi.
İşareti aldığı için Regulus'u doğduğuna pişman edebilirdim. Ama Barty bu konuya ilişkin tek kelime etse içimdeki öfke kalın parmaklarla buruluyor, ürkek bir serçeye dönüşüyordu. Cevabından korktuğumdan asla ne düşündüğünü sormazdım.
Bu bir şeref kelimeleri bir büyü gibiydi, beni neredeyse gerçekten de bir şeref olduğuna inandıracaktı.
"Öyle mi?" dedim aksi aksi. "Bana sadakatini ispatlaman için sana damga mı yapıştırmalıyım Barty?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Awkward Life of Drizella Blanchard
Fanfiction"Siz nereye gidiyorsunuz böyle?" Regulus'la birbirimize baktık. "Slyther-out?" dedik aynı anda. Severus Snape'in bembeyaz uzun yüzünde korkutucu bir şekilde kaşları çatıldı. "Binaya puan kaybettirirseniz derilerinizi yüzmekten çekinmem." Hogwarts'da...