Al Sancak'a İhanet.

553 49 20
                                    

Aradan üç gün geçti, Kemal'in yazıp bastığı makaleler halkın içine doğru işlerken yazılarına kattığı duygu tüm İzmir halkını derinden etkiliyordu. Kemal'in yazdığı bu yazılar halkı uyandırıp boyun kaldırmalarına iterken Yunan ordusu elbet ki bu durumdan memnun değildi. Gördükleri yerde yunan bayraklarını indiriyor, Türk bayrakları asıyorlardı insanlar. Bu direnişme Yunan ordusunu daha da zorlayacaktı. Halkın bu düşüncesi, hâl ve hareketleri "Vatanımızı sizlere vermiyoruz!" Dermişcesineydi. Kemal'in yazdığı küçük yazılar Türklerin başını okşayıp şefkat veriyorken Yunanların sırtına tekmeyi koyuyormuşcasına iğneleyiciydi. Öte bir yandan Halkı böyle görmek Kemal'in gözlerinin daha da parlamasına sebep olmuştu. Yunanların önünde diz çökmüş halk şimdi ise onlara üstten bakıyor gibiydi. Bu üç gün içinde tarif edilemeyecek kadar ayaklanma oldu. Halk "Yunanlar misafir ve misafirler yerini bilip gitmeli!" Sloganı ile askeriye kapılarını zorluyordu. Bu zorlama da birçok Türk vurulup öldürüldü. Kemal'in yazdığı Al sancak ismi her yere yayılmıştı ve Yunanlar Makale'nin sahibini, Kemal'i arıyorlardı.

"Hadi kalkın, vakti geldi beyler." Dedi Kemal gömleğini düzeltirken. Harun eline Kemal'in masasındaki kitabı alıp içini inceledi.

"Bu nedir abi? Amma güzel gözüküyor."

"O benim kitabım." Diye yanıt verdi Kemal.

"Sen yazar mısın Nicolo?" Diye lafa girdi bir tanesi.

"Elbette öyleyim genç. Basılmış birçok kitabım var benim ama şimdi bunun sırası değil. Alın hadi makaleleri elinize az laf çok iş."

Gençler başını sallayıp yola koyuldular. İki kişilik gruplar hâlinde makaleleri dağıtıyorlardı. Tahir ve Kemal Türk bayrağının asılı olduğu sokaklarda yürürken konuşmaya başladılar.

"Sokakların eski tadı yerine gelmiş, ha Tahir?

"Güzel vatanımın güzel al bayraklı sokakları." Dedi gülümseyerek. Bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da makaleleri dağıtıyorlardı. Kemal ve Tahir'in elindeki makaleler çabucak bitmişti. Aslına bakarsanız, diğerleri için de öyleydi. Nedeni ise halk her gün Al Sancak'ın yeni yazacağı makaleyi bekliyor olmasıydı.Bu yüzden de ellerindeki yazılar çok çabuk bitiyordu.Kütüphane'ye gittiklerinde çoktan Cemil ve Feride gelmişti.

"Aman gençler ne hızlısınız?" Dedi Tahir yanlarına otururken.

"Siz biraz yavaşsınız diyelim, değil mi Feride?" Diye yanıtladı Cemil Feride'ye bakarak. Feride, ben bilmem dermişcesine omuz silkip gülümsedi. Ardından ayağa kalkıp tepsiyi eline aldı.

"Ben sizlere de çay getireyim."

"Valla hayır demem, senin elinden çay içmek bir ayrı." Dedi Tahir gülümseyerek. Ardından Feride tebessüm ederek Kemal ve Tahir'e çay götürmeye gitti.

"Hele bir bakın bakalım, Aliyi gördünüz mü siz?" Dedi Cemil Kemal'e dönerek. Kemal ise başını sağa sola sallayarak cevap verdi.

"Görmedik."

"Allah Allah, onun elinde de az vardı oysa ki." Cemil ayağa kalkıp camdan dışarıya göz gezdirdi. Feride çayları almış Cemil'in yanından geçerken ani bir kapı açılmasıyla çaylar yere devrildi. Kapının Ferideye çarpması Ferideyi geriye doğru atarken Cemil tam arkasına geçip kendisine yaslanmasını sağladı. Cemil, soğuk ellerini Feride'nin beline koyup düşmemesini sağlarken Ali bir hışımla içeri girdi.

"Yunanlar!" Dedi nefes nefese kalmış, ellerini dizine koyup nefes almaya çalışırken Ali. "Yunanlar yakaladılar!"
Bu sözleri duyan Kemal, hiddetle ayağa kalkıp Ali'nin yanına geldi.

"Sen ne dediğinin farkında mısın Ali?"

"Hepimizi yakalayıp götürdüler abi, canımı zor kurtardım. Direnenleri vurdular gözlerimin önünde, vurdular abilerimi!" Feride koşarak Ali'nin yanına geldi. Gömleğinin üzerindeki kan lekesine bakarak panikle konuştu.

"Bu kan kimin Ali?"

Ali, kan izinin olduğu yere elini koydu.

"Kaçarken kurşun sıyırdı beni bir şeyim yok merak etme. Ya biri öterse o zaman ne yapacağız?"

"Merak etme Ali." Dedi Kemal. "Sen git sıyrıkla ilgilen gerisini bana bırak."

"Abi sıyrığın sırası değil, durumun ciddiyetinin farkında değil misiniz? Asacaklar bizi-" derken Ali'nin ensesine bir el inip Aliyi öne doğru itti.

"Hadi lan ordan sıpa, yürü sıyrığına bakıyoruz." Dedi Cemil Ali'nin ensesinden tutup diğer odaya götürürken. O sırada Yunan askerleri yakaladıkları onüç kişiyi sorguya çekip işkence yapmakla meşgüllerdi. Theon, eline kızgın yağı alıp Harun'un çıplak vücuduna döktü.

"Oysa çok gençsin, yazık ettin kendine." Dedi. Harun'un çığlıkları mahzen'de yankılarken. Öyle acıyla bağırıyordu ki bir anlığına kulaklarından olmak istedi Theon.

"Allah aşkına bırakın beni, size her şeyi anlatacağım bırakın beni abi ayağınızın altını öpeyim."

"Ahh." Dedi Theon eline aldığı sopayı yerde sürerken. "Ne çabuk sattın yol arkadaşlarını? siz Türkler beni her geçen gün eğlendiriyorsunuz." Theon, elindeki sopayı yerden kaldırarak kızgın yağ döktüğü Harun'un sırtına tüm gücüyle vurdu. Hiç acımadan, çığlıklarına aldırış etmeden kızgın yağ döktüğü vücuduna yarını yokmuşcasına vuruyordu. Merhametsiz ve acımasız olmak zorundaydı. Düşmanına merhameti olan asker ölüme mahkumdu, en azından bu babasının düşüncesiydi. Harun, nefes nefese kalmış saçları terden önüne düşmüş gözleri hafif kapalı bir şekilde yeri izliyordu. Theon sopayı yavaşça kendi eline vurarak konuşmaya devam etti.

"Evet, söyle bakalım néos ándras. Al sancak kim ve bu makaleler nerede yazılıyor?"

Harun, başını kaldırarak terle ıslanmış saçlarının arasından Theon'a baktı ve dudaklarının arasından o cümleler çıktı.

Theon, duydukları karşısında mahzenden çıkıp gardiyan'a göz attıktan sonra konuştu.

"Alın kellesini."

Gardiyan başını sallayarak mahzene girdi. O sırada yavaş adımlarla merdivenden çıkan Theon bir yandan da işkence uygulamadan önce giydiği eldivenlerini çıkarıyordu. Yakaladıkları isyancının son çığlıklarıyla birlikte merdivenleri tamamladığında onu bekleyen askerlere döndü.

"Kütüphane'ye gidiyoruz."

Her bir ağızdan "Emredersiniz Yüzbaşı Konstantaras!" Çıktıktan sonra Theon gökyüzüne doğru baktı.

Güneş'in parlaklığı bembeyaz tenine çarparken sırıttı.

"Bu kadar erken karşılaşacağımızı tahmin etmiyordum, kýrios Kemal."

Anlat ya Kemal. (Boy X Boy)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin