"Hange beni duyabiliyor musun?!"
Hange galiba bir gözünü kaybetmişti. Sağ omzu ise kanlar içindeydi. Bunun üstüne başı kanıyordu.
"C-canım acıyor..."
Etrafa baktım ama görünürde ne at vardı ne de yaşayan bir insan. Mezarlıkta gibiydik. Tek farkı ölüler yer altında değildi.
Tek çare vardı oda Hange'yi taşımam. Buradan surlara 5 kilometre vardı.
"Hange ayağa kalkabiliyor musun!?"
Olumsuz anlamda başını salladı. Bu böyle olmayacaktı hava da kararmaya başlamıştı. Hange'yi kucaklayıp ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Burayı avcumun içi gibi bilirdim. Devler genelde bu taraftan geldiği için bizde seferlere burdan çıkardık.
Yürümeye başlayalı 10 dakika olmuştu ve hava kararmıştı. Devler geceleri fazla aktif olmazlardı ama bazı anormaller etrafta dolaşırdı. Manevra teçhizatım vardı ama Hange bu haldeyken Devler ile savaşabilir miydim bilmiyorum.
Yürümeye başladıktan 20 dakika sonra yağmur bastırmıştı. Böyle şansın ben-
Üniformamın şapkasını takmıştım. Sonra Hange'nin şapkasını da taktım zaten kafası kanıyordu ıslanırsa iyi olmazdı. Hange'nin şuan bilinci yerindeydi hatta sadece gözleri kapalıydı seslensem beni duyabilirdi.
"Hange canın acıyor mu?"
"Levi.. eğer böyle gitmeye devam edersek deve yem olacağız.."
"Biliyorum heralde velet! Sık dişini sabaha orada olacağız!"
"Ben varken bir dev ile savaşman mümkün değil-"
"Kapa çeneni zıbar."
"Of Levi."
"Başın, gözün ve omzun dışında başka yerinde bir sorun var mı?"
"Ayağımda var. O yüzden ayağa kalkamıyorum."
"Anladım."
Hala yağmur yağmaya devam ediyordu. Hem yağmurun yağması hem manevra teçhizatını taşımak hem de Hange'yi taşımak çok zordu.