..
ne olduğunu dahi hatırlamıyordu küçük çocuk. her şey öyle hızlı gelişmişti ki, tek hatırladığı okul çıkışı gecenin karanlığında ağzına bir bezin tutulmasıydı. gözlerini araladığın da başına saplanan şiddetli ağrıyla elini başına götürüp bastırmıştı. neredeyse çatlayacak gibi ağrıyordu. simsiyah bir odanın içerisinde siyah çarşaflarla kaplı bir yatakta uzanıyordu üzerinde ise okul kıyafeti olan beyaz gömlek ve siyah kumaş bir pantolon vardı. yani yeterince rahatsız ediciydi. odanın içerisinde gözünü gezdirmeyi bırakıp ayaklandı. vücudu çok yorgun hissettiriyordu. yeni uyanmasına rağmen, ve her yeri de neredeyse ayrı bir acıyla acıyordu. kapıya doğru adımladı ve kilitli olduğunu anlayıp yumruklamaya başladı. tam dudaklarını aralayıp küfürler savuracağı sırada kapı açılmış ve karşısına duba gibi iki metrelik siyah takım elbiseli bir adamın çıkması da bir olmuştu
"bay hwang sizi aşağıda bekliyor"
"oyun mu oynuyoruz?"
"bay hwang sizi aşağıda bekliyor"
"ooo robot musun sen vayy! teknolojiye bak bee! telefonum olmadığı için tabi hiç bilmiyordum ben robot insanların bu kadar geliştiğini! gerçek gibi duruyorsun he özelliklerin ne senin?!"
"bay hwang sinirlenmeden aşağıya inmelisiniz"
"bay hwang da bay hwang! kimmiş ya şu bay hwang! başımda çatlıyor zaten insan gibi davet edemiyor mu?!"
sözünü kesen şey indiği merdivenin sonunda büyük siyah renklerin hakim olduğu masada gördüğü baştan aşağı siyah giyimli ve uzun siyah saçlı adamdı. bir anlık şaşırmasına engel olamadı ve yavaş yavaş indiği merdivenlerin sonunda koşarak siyah giyimli adamın karşısında durdu
"kimsin sen şu robot'un bay hwang dediği mi?"
"otur"
"hm? oo etkileyici bir sesin varmış!"
"saygını takın"
"niye? hem sen ne sikim cidden! oyun oynamaya vaktim yok benim eve gittiğim de bir güzel sikerler beni geç kaldım diye! jisung artık sınırları nasıl zorlayıp bir şaka yaptı bilmiyorum ama ona bu kadarına da gerek olmadığın söyleyebilir misin?!"
"son kez diyorum otur"
offlayıp aç olduğu için siyah giyimli adamın sol tarafındaki sandalyeyi çekip oturmuştu. önümdeki yemeğe bakı yüzünü buruşturdu
"zengin olduğun her halinden belli ama ciddi misin sen?! brokoli mi? ıspanak mı? vay birde bu adını bilmediğim ot mu? nesin sen vegan mı?"
"ye"
"bir dakika sende mi robotsun? vay bir robot bu kadar canlı görünebilir mi?"
yerinden kalkıp sol tarafında masanın başında oturan çatalını ağzına götüren yüze uzattı parmağını. yanağına değdirmesiyle bile alev alan gözlerle bileğini tutup kırılacakmışcasına sıkılması bir olmuştu. bir an kırıldığını dahi düşünmüştü. bir insan nasıl bu kadar güçlü ve sert olabilirdi? bileğindeki kan akışının kısa süreliğine de olsa durduğunu hissetmişti.
"ahhh! bırak bırak acıyor! acıyor acıyor!"
"dokunabilirsin demedim? kalkabilirsin demedim? otur ve ye dedim değil mi?!"
"aahh acıyor bıraksana ya! özür dilerim tamam! bir daha dokunmayacağım!"
dolan gözleriyle serbest bırakılan bileğini ovalamaya başlamıştı
"bu kadar sert davranmasana bana! sadece yanağına dokundum!"
"şuan ölmen gerekirdi bence susmalısın ve eğer bir daha o ses tonunun bu kadar yüksek çıktığını duyarsam ses tellerin kopana kadar inleterek beceririm seni anladın mı?"
"ne? şakanın da bir sınırı var! jisung'u ara ve ona küstüğümü bir daha da barışmayacağımı söyle! eve gitmek istiyorum ben!"
"sen.. farkında değil misin?"
"hmm neyin?"
"etrafına bakmadın mı?"
etrafına baktığında bir birinin aynısı olan iki tane buda gibi korumalar vardı. her yer simsiyahtı koltuğun üzerindeki battaniyeye kadar. televizyon veya bir teknolojik alet de yoktu. mutfak ve salon birleşikti, her şeyin siyah olması dışında dikkat çeken asıl şey camlarında siyah bir şeylerle kapatılmış olması ve odayı aydınlatanın sadece lambalar olmasıydı
"vampir misin amk!"
"sınırlarını zorluyorsun... az önce ne dedim ben sana?"
elindeki çatalı tabağına bırakıp sandalyede ona dönük olan küçük çocuğun boğazını bir eliyle kavrayıp, dilini dudağının kenarında gezdirerek kafasını sağ tarafa eğmiş ve ona alev saçan gözlerle bakmaya başlamıştı. küçük çocuk boğazını sıkıca kavrayan elden kurtulmak için yerinde cebelleşirken boğazını sıkıca tutan el onu oturduğu yerden kaldırıp masaya oturtturmuştu. tekrardan soruyordu kendisine bu güç de neyin nesiydi?
"sana bir daha ses tonunun bu kadar yüksek çıkarsa ne yapacağımı söyledim değil mi?"
boğazını saran elden kurtulmaya çalışıyordu küçük elleriyle. nefes alışı git gide azalıyor ve boğazı da hiç acımadığı kadar acıyordu. en sonunda kalın dudaklarından bir kaç cümle çıkartabilmişti zorla da olsa. gözleri ise çoktan acıdan dolayı dolmuş ve ilk göz yaşı yanağından aşağı boğazını kavrayan ele kadar ulaşmıştı
"b-bırak lütfen"
"hwang bey daha onunla konuşmadınız ve o daha 16 yaşında bu kadar sert da-"
"bir şey mi dedin?"
korumaya karşı dönüp sert bakışlarını yollamasıyla, kafasını eğilip mutfağa ilerlemişti
"şey hiç bir şey efendim ben size kahve hazırlayayım"
sonunda küçük çocuğa acınası bir bakış atıp boğazından elini çekmiş ve geri sandalyesinde yerini almıştı. üzerindeki siyah takım elbisenin kolunu düzeltip bıraktığı çatalını geri eline alırken, küçük çocuk da yere eğilerek öksürüp nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. neye uğradığını şaşırmıştı ve bunun artık bir şaka olmadığının da farkına varmıştı. fakat eğer bu bir şaka değilse ne yapmalıydı? asıl soru bu adam neyin nesiydi? hiçbir şey bilmeden bir anda kendisini burada bulmuştu, hayatı yeterince zorken bir de bu mu eksikti?
eğildiği yerde doğrulup geri sandalyeye oturdu ve neredeyse mosmor parmak izleri çıkmış boğazında gezdirdi elini
"yemeğini bitir sonra odama gel"
tabağındaki yemeğini bitirip ağzını siyah kumaş peçeteye silerek maskesini takıp kalkmıştı masadan. adımlarını uzun merdivene çevirip üst kattaki odasına girişini ıslak gözlerle ve çatık kaşlarla izlemişti küçük çocuk. sert bir şekilde masanın üzerindeki çatalını aldı ve onun damak tadına hiçte uygun olmayan yemeklerden birine batırıp ağzına götürdü. ağzını açmasıyla bile boğazının acısı artmıştı. zar zor çiğnediği yemeğini yutup kalktı masadan
"bunları yemekten ise açlıktan ölmeyi tercih ederim!"
boğazı acıdığı için ve ona göre masadaki her yemek mide bulandırıcı olduğu için üst kattaki odaya doğru adımlamıştı, boynunu ovalayarak. merdivenlerin sonuna gelip siyah kapıyla karşı karşıya kaldığında ensesini sol eliyle ufalayıp açmıştı kapıyı. masada oturan adamın sert bakışları ona çevrildiğin de ürküp bir adım gerilemişti.
"kapıyı çalıp da gir"
"girdim zaten çoktan ne gerek v-"
"sana ne dedim?"
çatık kaşlarıyla kapıyı bir anlık sinirle hızla geri çekti. tabi ki de bu kadar yüksek ses çıkarak kapanmasını oda beklemiyordu...
"siktir"
..
huh yeni fic? duramıyorum yerimde... her neyse umarım seversiniz başlıktan da anlıyorsunuz zaten rahatsız olanlar okumasın lütfen <3
oy vermeyi ve yorum bırakmayı unutmayın 🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I can't resist -hyunlix daddyking
Teen Fictionbununla baş edilebilir mi? Rahatsız olanlar okumasın! ..