Ertesi gün Seungmin, kütüphanenin yolunu tutmuştu her zamanki gibi. Gece pek uyumadığı için gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuştu fakat umrunda bile değildi.
Rafların arasında yürürken artık kitap kokusunun bile moralini düzeltmeye yetmediğini hissediyordu. Durum gözüktüğünden de kötüydü. İç çekerek raftaki kitaplardan birini alıp Chan ile her zamanki oturdukları yere doğru ilerledi.
Fakat görüş açısına giren iki bedenle kaşlarını çatmıştı. İkisinin de arkası dönük olduğu için Seungmin'i görmüyorlardı. Chan önündeki kitabı okurken Chaeryeong ise onun omzunda uyuyakalmıştı. Şu sahneyi kendisi yaşarken ne kadar çok hayal etmişti halbuki. Onun yaşamak için her şeyini verebileceği bu anı başkalarının bu kadar kolay yaşıyor olması ona hiç adil gelmemişti o an.
Bu manzarayı daha fazla görmeye dayanamayacağını bildiğinden ters istikamete doğru yürüdü Seungmin. Hiç kimsenin olmadığı bir yerde herhangi bir masa bulup oturmuştu. Önündeki kitabı açarak incelemeye başladı ama dikkatini bir türlü veremiyordu. Az önce gördüğü manzara gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Düşünceleri aklına boca ederken o sırada omzuna bir el dokunmuştu.
Dönüp elin sahibinin kim olduğuna baktı. Changbin ona şefkatli bakışlarını göndererek yanına oturmuştu. İkisi de tek kelime etmediler. Biliyordu Changbin, her şeyi görmüştü. Chan'ı çok sevmesine rağmen bu kadar saf olup en yakın arkadaşını üzmesine dayanamıyordu ama Seungmin yüzünden konuşamıyordu bile.
Kollarını yanındaki bedenin etrafına sararak kendine doğru çekti. Elinden gelen tek şey buydu. İşte, Seungmin için bu son damla olmuştu. Gözyaşlarını arkadaşının boynuna akıtarak ona sıkıca sokuldu. Kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla konuştu sonra.
"Çok acıyor Changbin. Dayanamıyorum artık."
Ağzından kaçan küçük hıçkırığı engelleyememişti. Changbin de böylelikle gözlerinin dolduğunu hissetti. O çok fazla ağlamazdı normalde. Yavaşça Seungmin'in saçlarını okşamaya başladı. Elinden hiçbir şey gelmemesinden o kadar nefret etmişti ki. İmkanı olsa Seungmin'in aşkını da yakıp kül etmek isterdi.
Onun yerine arkadaşı omzunda ağlarken saatlerce saçlarını okşayıp sakinleşmesine yardım etmişti büyük olan.
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Görevin gelmesinin üstünden tam tamına iki koca gün geçmişti. Bu süreçte Jisung ne mi yaptı dersiniz? Sürekli düşünüp durmuş ve deli gibi araştırma yapmıştı. Yer altında sayılı büyücü bulunurdu ve genelde cadılarla araları pek iyi değildi. İşte bu görev bir büyücünün yardımını gerektirdiği için Jisung iki gün içinde delirecek seviyeye gelmişti bile.
Kavga etmediği kimse kalmamıştı. Büyücüler kendilerini herkesten üstün gördükleri için burnu havada dolaşırlardı. Jisung'un ise böyle kimselere tahammülü yoktu.
Tam pes etmek üzereydi ki Maria tekrar ve tekrar yardımına koşarak bir büyücü arkadaşını onun için ayarlamıştı. Maria'nın hakkını gerçekten ödeyemezdi Jisung.
Bugün o büyücüyle buluşacaktı. Bunun için giyinmiş ve yanına birkaç parça kıyafet alarak yola koyulmuştu hızlıca. Görevine gelecek olursak, bir voodoo bebeği yapması gerekiyordu. Ayrıca bebeği tamamen kendi yapmalıydı, bu yüzden gereken malzemeleri yol üstündeki bir büyü mağazasından almıştı.
Aslında voodoo bebekleri sanılanın aksine daha karmaşıktır. Bu bebeklere dokunulduğunda sembolize ettiği insanın da aynı durumu yaşaması olayı gerçek değildir. Tamamen bir efsanedir. Bu bebekler her türlü ruhsal iletişim amacıyla kullanılır. Hedeflenen kişi bir başkasıysa onunla derinden bir bağ kurulmasına sebep olur. Eğer kendisiyse genelde ruhsal açıdan iyileşmek amacıyla kullanılır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Poisoned For You///Minsung
Fantasy(TAMAMLANDI.) Yeraltı dünyasının en inatçı ve zeki cadısı Han Jisung, en tehlikeli ve güçlü cadısı olan Lee Minho ile girmemesi gereken bir rekabete girer. Bu rekabetin sonucunda ise ne olacağını kimse bilmiyor, yıldızlar bile... TANITIMI ATLAMAYIN...