Saat 20:48
Çisem Akbulut
Kararsızlık ile ayağımıza gelen güzel fırsatları kaçırırdık.
Kararsızlık ile yanlışa adım atardık.
Kararsızlık ince bir çizginin üzerinde yürüyerek bir türlü tarafını seçememektı. Seçemiyordum. Bu yola Evrenle mi yoksa Evrensiz mi devam etmeliydim? Herşey bir yana onu beni bırakmak gibi bir niyetide yoktu.
"Böyle olmaz." dedim yatağın ucunda Evrene en uzak köşede otururken.
Çok emin konuşuyordu. Bu emin, bu tehtıt varilik... Karışık olan kafam daha çok çarşamba pazarına dönüyordu.
"Olmak zorunda."
Başını elleri arasına almış olmayacak bir ilişkiyi zorluyordu. Az önceki dokunuşları... Ahh ne cüretle böyle konuşur böyle dokunurdu bana. Eğer durmasını istemeseydim onun gibi kapılsaydım arzularıma pişman olurdum. Kendimi biliyordum.
" Hiçbir şeye mecbur değilim ben. Denedik olmadı. Benimle böyle konuşamazsın. Bana bu şekilde dokunamazsın Evren."
Soğuk, duygudan yoksun ve kendimden emin sesimle aniden bana dönerken derin bir nefes aldım. Tekrar bir tartışmaya girmek istemiyordum.
"Yapma Çisem. İşleri daha çıkmaza sokma."
"Evren ellerimden tutup beni bir çıkmaz sokağa bırakıp çık buradan çıkabiliyorsun diyorsun. Bu yolun sonu duvarlarla kapalı. Daha bir ay olmadan geldiğimiz hale bak."
İlk defa birisine kapılmaktan korkuyordum. İlk defa yaşanması mümkün bir aşka kapılarımı kapatıyordum. Erkek boyundurluğu altında yaşayacak bir yapıya sahip değildim. Ve Evren kontrolü elinden bir saniye bile bırakmıyordu. İki kişiliği varmış gibi davranıyor beni korkutuyordu.
"Göremiyor musun? O çıkmaz sokakta tek başına değilsin. Tek çıkmazda olan senmişsin gibi konuşma benimle! İçinde cebelleştiğim çaresizlik beni bu duruma getiriyor. Neden, neden beni sevmiyorsun? Neden bir kez olsun Doruğa baktığın gibi bakmıyorsun?"
Acı çeker gibi çıkan öfkeli sesi içimdeki acıyı kamçılarken oturduğum yerden kalktım. Neden böyle oluyordu? Neden hem ondan gitmek istiyor hemde kalmak istiyordum. Bencilsin diye bağıran benliğim kılıçlarını kuşanmış içimdeki bir savaşa son vermeye çalışıyordu.
Bencil...
Hemde ne bencildim. Sırf gördüğüm sevgi ve şevkat yüzünden daha ne hissettiğimi bile bilmediğim bir adamın yanındaydım. Üstelik ona acıdan başka hiçbişey vermiyordum. Evrenin yanına giderek önünde diz çöktüm. Hala başında olan büyük ellerini tuttuğumda gözlerinden geçen umut dolu bakış canımı yakıyordu.
"Doruğa aşkla mı bakıyorum ben adam? Doruğa geçmişin yüküyle, acılarımla, kinimle bakıyorum. Canını yakmak ister gibi bakıyorum. Evren ben dokunduğum herşeyi istemeden yakıp, yok ediyorum. Sen yanma." dedim mavi gözlerine bakarak.
Bu kötülüğü ona daha fazla yapmayacaktım. Kendi yaralarımı sarayım derken onda kapanması mümkün olmayan yaralar açmayacaktım.
" Bir insana beni neden sevmiyorsun diye sorulmaz öyle değil mi? "dedi ellerimi bırakarak.
" Sorulmaz. "
Sorun seni sevmemem değil ki demek için ağzımı açtım ama sonra vazgeçerek ayağa kalktım. Yeni bir umut ekmek istemiyordum kalbine. Böyle koca bir yürek sevilmez miydi hiç? Elbette sevilirdi. Ama benim kalbim kırık, döküktü. Onu sevdiğimi bile bilmiyor, kendime itiraf edemiyorken beni bekle diyemezdim ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜNYA YANSA
RomantikBir adam iki kişilik... Hem merhem hem yara... Bir kadın kırık,dökük baştan sona yıkım... Ölümün varlığını unutarak yaşadığım gerçeği yüzüme okkalı bir tokat olarak inerken mavinin en güzel tonuna baktım. Az önce benimle alay eden adam şimdi nefes...