Oflayarak ellerimi yüzüme kapattığımda Chan artık kendini tutmuyordu. Acildeydik bir kere! Bari diğer hastalar için sessiz olsaydı! Ama yok, asla durmuyordu.
"Chan n'olur sus, lütfen ya! Sana yeterince rezil oldum bir de hastaneye rezil olmayalım!"
Bu sözlerimden sonra sakinleşmeye başladığında derin bir nefes almıştım. Ayrıca monitör de normale döndüğünde daha iyi hissediyordum. Umarım yanaklarım da kızarmamıştır diyecektim ama kızardığına emindim.
"Bu kadar gülecek ne var gerçekten anlamıyorum." dedim ve gözlerimi devirip serumu kontrol ettim. "Bitmiş bu. Hemşireyi çağırır mısın lütfen?" Bir şey demeden yine GÜLÜMSEYEREK yanımdan ayrıldığında sesli bir nefes aldım. Gıcık!
10 dakika sonra hastaneden ayrıldığımızda neden beraber yürüdüğümüzü bilmiyordum. Cidden neden hala beni bırakmamıştı? Rezilliklerime gülüp gülüp eğlenmek için mi?
"Sen gitmeyecek misin? Bence git, işin falan vardır. Ben de seni iyice yordum zaten. Teşekkür ederim gerçekten. Yapmak zorunda değildin zaten. Neyse ben gidiyorum. Kendine iyi bak." diye hayatımın bilmem kaçıncı en hızlı konuşmasını yapıp hızlı adımlarla ondan uzaklaştığımda arkamdan seslenmesini umursamadım.
Sesi yakınlaşırken koşmaya başlamıştım. Tanrı aşkına, neden koşuyordum ben? Zaten kaçamadım da. Kolumdan çekmişti beni. Bir anda dip dibe gelmemizle nefesimi tutarken onun da yüzünün şaşkın bir ifade aldığını gördüm. Kalbim koşmanın ve bu yakınlaşmanın etkisiyle hızla çarparken onun sıcak nefesi yüzümü yalıyordu. Ondan hemen uzaklaşmam lazımdı, hem de hemen!
Transtan çıkmış gibi bir anda geri çekildiğimde o da aynısını yapmıştı. Derin bir nefes alabilirken dudaklarımı yaladım. Tabii, dudaklarımda hissettiğim bakışlar hiç hayra alamet değildi.
"Salak mısın Minho? Niye kaçıyorsun?"
"Ne bileyim işte ben şey olunca seni çok şey ettim diye şey ettim. O yüzden daha fazla şey olma dedim yani ben seni daha fazla şey etmeyeyim. Sonra şey ederiz, kendine şey yap." Tekrar arkamı dönmüş adım atacakken geri çevrildim. Hayır, aklıma watty kızları gelmedi, hayır. Şu an gülemem, hayır.
"Teşekkürünü kabul etmiyorum." Kollarını bağlayarak söylediği bu cümleyle ağzım şaşkınlıktan sonuna kadar açılmıştı. Ne demek kabul etmiyorum?
"Ne demek kabul etmiyorum?"
"Hiç nazik değilsin, Minho. O kadar seni koşarak hastaneye getirdim, saatlerdir başında bekliyorum ve doktor arkadaşımı özellikle çağırdım senin için. Sadece teşekkür edip gidecek misin?"
Kabul ediyorum, pek nazik değildi. Hem Doktor Seungmin'in arkadaşı olduğunu da bilmiyordum.
"Ne yapmamı istiyorsun?"
"Benimle arkadaş olmanı." Cidden mi?
"Bu mu?"
Cevabıma şaşırmış gibiydi. "Evet." dedi omuz silkerek.
"Iı... Oluruz o zaman. Çok da şey yapmamak lazım bazen." Gözlerimi kaçırarak söylediğimde yine tüm gamzelerini gözler önüne sunarak gülümsemişti. Ne kadar güzel ve yakışıklı bir gülümsemesinin olduğunun farkında mıydı?
Ayrıca şu an daha yeni onu inceleme fırsatım olmuştu. Utançtan ona bakamamıştım bile. Sarı kıvırcık saçları ona -yani beyaz tenine- fazlasıyla yakışıyordu. Üstündeki deri ceket, içindeki beyaz tişört ve altındaki dar siyah pantolon da güzel bir uyum sağlamıştı. Tabii siyah deri botları da. Çok fena yakışıklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
strawberry | minchan, banginho
Teen Fiction"Bakar mısınız? Birazdan... Bayılacağım. Tutun beni olur mu?" "Ne?" - skz #1 (111122)